24 Şubat 2014 Pazartesi

Samimiyetsizlik

Yaşı kemale ermiş ihtiyar samimiyetsizliği diye bişey vardır.

Ödevini son güne bırakmışçasına belli bi' yaştan sonra günde 5 vakit namaza başlayan ihtiyarlarda görülür daha çok. Ordan anlarsın onun samimiyetsizliğini.
Çünkü içinden geldiği için değil, korkudan başlamıştır namaza, anlarsın.

Yine aynı ihtiyarların çoğu akranları ile sohbette iken din konusu açılınca "sorguya çekilince n'abucuk hacı ya" şeklinde triplere girerler.

Küçükken anlam veremezdim buna. Bugün oldu, hala anlam veremiyorum.

Varsayalım ki din olgusu doğru ve gerçek ve sorguya çekileceğiz.Kendi yaptıklarının sorumluluğunu alamıyor musun yahu ?
Varsaydığımız sorgu anı geldiğinde tak tak söyleyeceksin. Dürüst olacaksın. Varsaydığın Allah bilmiyor mu sanki ne bok olduğunu?
"Büyümüşsün ama adam olamamışsın" lafı işte bu yüzden cuk diye oturuyor senin kalıbına.

80 yıl yaşamışsın ama hala sorumluluk alamayan ezik büzük adamın tekisin sen ihtiyar.

Tecrübesinin fazlalığı nedeniyle gösterilmesi gereken saygı seviyesi +99999 olan bu şahsın aslında eksilerde olduğuna işaret etmek için anlattım bunu.

Herkes yanılgıda olabilir.

6 yaşında ilahın anne-babandı, bugün bakıyorsun ki insanlar.

Görünen ile aslında olan çoğunlukla aynı sonuca çıkmaz.
Bunun sebebi ise yetiştiriliştir.

Eskiyen nesil, yeni nesli "gizli,saklı" terimler ile büyüttüğü sürece yalan ve bilimum buna bağlı kötülükler asla bitmeyecek.

Sen çocuğuna ölümü "aslında ölmedi, başka yerde yaşıyo', uzun zaman sonra tekrar görücez ehehhe, melek oldu o" diye anlatırsan, o çocuk ilerde "beni kandırdınız mı la?" triplerine girer.

Bir can gitmiş ya, bırakta çocuk gerçeklikle tanışsın.
Baby TV yetmedi bide sen mi hayal dünyasında büyüteceksin çocuğunu ?

"Evladım, seni leylekler getirdi" deme anlat ona nasıl seviştiğinizi ki çocuğun ilerde sizi bastığında travmaya girmesin ehehe.

Çocukları ölümden, seksten, şiddetten ve küfürden uzak tuttukça onları tersine yönlendirdiğinizi göremiyor musunuz ?

Çocuğun içine bir kere "görünen ile gerçekte olan aynı olmak zorunda değil ki yaa" düşüncesini ekiyorsun sonra bu çocuklar içindeki kötülük ile beraber büyüyüp daha büyük kötülüklere sebep oluyor.

Kaç çocuk "bana bi'şey olmaz" kafasında büyüyor sizce ?
Kaç kız bakire evleniyor ?
O kadar konuşuyorsunuz ya, dayak yemeden büyüyen bir çocuk var mı ?
Madem terbiye böyle öğretiliyordu, niye "gençlik" diye tanımladığınız topluluk her cümlesinin sonuna gerizekalı veya daha ağır küfürler ekliyor ?

Sana bunlar sorulunca sıkışıyorsun "ee sözümüzü dinlemediler ki ehe ehu" tarzında şekilden şekile giriyorsun.

Bilinçli olayım biraz, zaten bir ya da iki çocuk yetiştiriyorum bari onu da zekice planlayıp yetiştireyim demiyorsun.

Hayatının belki en önemli ödevini geçiştiriyorsun. Ama yetişkinlik evresi dedikleri bir şey var.
O evreye giren insana bir ağırlık çöküyor, küfrü azaltıyor, aklına gelen her konuda olgun oluyor.

Senin fazla erken davrandığın "güzel insan özellikleri yükleme" görevini çocuğun yetişkinlik evresine girdiğinde başarıyor.
Sonra bir de gurur duyuyorsun.

Samimi değilsin ihtiyar.
Samimiyetsizsin.

Aceleci davranıyorsun, yeni kuaför keşfetmiş ev kadınının arkadaşına birden her şeyi anlattığı gibi öğrendiğin her şeyi çocuğuna yüklemeye çalışıyorsun.
Planlamadan.
Sen zeki değilsin ihtiyar.

Tarihi karıştıran, savaşlara sebep olan devletler değil, sensin.

İyi aile rolü çiziyorsun ama içine baktığında darmadağınsın.

Rasgele çocuklar büyütüp onlara rasgele amaçlar edindiriyorsun, kötülük tohumlarını ekiyorsun çocuğa daha sonra ağlıyorsun "sevgi barış kardeşliiik"

Eğitime ihtiyacı olan sensin ihtiyar.

Samimi değilsin.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Terapi

Süregelen güçlü ve güçsüz insan kavramları ne ifade ediyor biliyor musun ?

Bu iki sıfattan birini kazanmana acıya dayanılırlığın karar veriyor.
Senin için değerli bi'şeyi kaybettiğinde verdiğin tepki seni ya "güçlü" ya da "güçsüz" yapıyor.

Toplamda 7 milyar civarı insan yaşadığı öngörülüyor ve bu insan topluluğu hayatında en az bir kez "keşke senin kadar güçlü olabilseydim" cümlesini kuruyor.

Pek azının yaşadığı acı olaydan ders alarak olgunlaşması ve "güçlü insan" sıfatına ulaşması dolayısıyla en az bir kez dedim.
Zira kendinin de herkes gibi "insan" olduğunu, bir farkı olmadığını ve koca evrenin kendisi için dönmediğini kabullenebilen, hayatı alarm kur > uyu > uyan > ye > işe/okula git > ye > uyu > öl şeklinde ezbere yaşamayan, hayatı öyle geçiyor olsa bile o anı bilincinde idrak edebilen, zamanın ve mekanın farkında olan insan ders alır ve o acı onu olgunlaştırır.

Herhangi kötü bir olayın getirisinin götürüsünden fazla olduğunu görebilen insan "güçlü"dür ve o insan hayatında her dalda başarı yüzdesi yüksek yaşar.

Lakin, çoğu insan bunları göremiyor, ders çıkarmıyor ve ezbere yaşıyor. Peki ezbere yaşamak nasıl bir şey ?

Ezbere yaşamak, bilincinin en açık olduğu anda (uyanıkken) bile rüyadaymış gibi gel diyene gitmek, üşengeçlikten doğan bir sebeple insanların senin işlerini yapmasını beklemek ve benzeri şeyleri farkında olmadan icraata geçirmek olarak açıklanabilir.

Örnek olarak, hasta yakınını hastaneye muayene götürdüğünde bile zar zor yürüyen insanın senin için kapıyı açtığını farketmemişsen, sen ezbere yaşıyorsun.
Senden tek beklenen şey okuluna gidip gelmen iken "dur ya şu evdekilere de bi' yardım edeyim" demiyorsan, sen ezbere yaşıyorsun.
Bazı yerle gidiş sebebin sadece oradaki hoş insan ise eğer, sen amaçsız birisin ve ezbere yaşıyorsun.

Sana söyleneni yapıyorsun. Toplumda yıllardan beri süregelen düşünceleri hiç düşünmeden hayatına ekliyor "öyle diyorlarsa doğrudur" diyip 10 dakika sonra o düşünceleri unutarak ezbere yaşamaya devam ediyorsun.

Sana bir bilgi sorulduğunda "yok ya benim bilgim yok o konuda" demek yerine "aynen bence de öyle, sana hak veriyorum" demek verdiğin ilk tepki ise, sen ezbere yaşıyorsun.

Rüyadasın. Bilincin açık, bir şeyler yapıyorsun ama ne yaptığını, niye yaptığını bilmiyorsun. Sorarlarsa "anı kurtarıyordum" diyorsun.

Sen ayakta uyuyorsun !

Ders almıyorsun. "Güçlü insan" gibi acını dindirmekle uğraşmıyorsun, dinmesini bekliyorsun.

Sen yetişmekte olan bir bitkisin lakin "güçlü insan" gibi yetişmeye çalışmıyorsun. "Nasıl olsa olur" diyorsun.

Ama şöyle bir gerçek var. Nasıl olursa olmuyor.
Çabalamazsan filizlenemiyorsun.

Tek bir olaya, kişiye, acıya saplanıp kalıyorsun. Ömrünü tüketiyorsun.

Sen bu dünyada 2000 senede kalsan bir halta yaramazsın. Ne kendine faydan var ne başkasına.
Ölümsüz bile olsan dikkat çekmezsin, kime ne faydan dokunmuş.
Kendine hayrın yok ulan senin.

Sen otsun. Şu parklarda çocukların üstüne bastığı, çoğu zaman farketmediği, farketse bile 2 sn sonra unuttuğu otlardan hani.
Ah ama cinsiyetin ve görünüşün var, elbet biri senden hoşlanırda sahiplenmeye kalkar. Belediyenin astığı "Çimlere basmayınız" tabelası gibi seni karşılıksız korumaya kalkar.

Ama o çocuklar yinede üstüne basar senin. Tek işlevin o çünkü senin. Belediye bile koruyamaz en sonunda "aman naparsanız yapın" der.

Çünkü sen ders almıyorsun, iyileşmeye yönelmiyorsun.
Kendini boşvermişsin.

Acıyı dindirmek, ders almak , acıyı kullanarak olgunlaşmak , "güçlü insan" olmak öyle filmlerde gördüğün elinden alev çıkarma, uçma gibi özel yetenek değil.

Ama bir özel yeteneğin var. Beynin var.
Öyle bir beyinki kendini analiz edebiliyor ve analiz etmeye kalkışmaz isen farkında bile olmayacağın şeyler yapıyor.

Geçmişini analiz edebilirsen, acından ders alıp olgunlaşıyorsun.
Şimdini analiz edebildiğinde, zaman ve mekanın farkında oluyorsun. Hastaneye götürdüğün yürümekte zorlanan yakınına kapıları "sen" açıyorsun.
"Dur ya şu insanlara biraz yardım edeyim" diyorsun.

Geçmişini analiz edebilirsen, geleceğini de şekillendirebiliyorsun. Zira geçmişine baktığında hoşlandığın, hoşlanmadığın şeyler görüyorsun ve neler istediğini , içindeki cevheri görüyorsun.

Bu analizi kendinle konuşarak yapıyorsun. "Şu gün şurada ne yapmıştım?" diye soruyorsun, cevaplıyor.
Ne sorarsan cevaplıyor, gözlerinin gördüğü her kareyi bilinçaltın kaydediyor.

Analizlerin süreklilik kazanır ve ilerlerse belkide bu "gördüğün herşeyi hatırlama" olayını gerçekleştirebilirsin ehehe.

Ben bu analize kişinin kendi kendine terapi uygulaması diyorum.

Ama eğer kendinle konuşarak kendini analiz etmez, ezbere yaşar ve ileri gitmek yerine geçmişte kalırsan, üretkenliğin sıfıra iniyor.

Üretkenliğin sıfıra inmesi ne kendin için ne dünya için bir şey yapmadığın anlamına geliyor. Sadece yiyor , içiyor , uyuyor ve ölüyorsun.

Zaman ve mekanın farkında olan o "güçlü insan" olmazsan dünyanın %99u gibi "birilerine" hizmet ediyor ve ölüyorsun.

Üretkenliği sıfır insan düşünür, sürekli düşünür ama ileri gitmeyi düşünmez. Şimdiyi ve geçmişi düşünür ama analiz yapmaz.

Yapmadığı analiz onu ;
"Herşeyin saçma olması"na iter.
"Her hayalin elbet başarısız olacağı"na iter.
Hayalsizliğe, umutsuzluğa iter.
"İnsanlar bunları göremiyor, tek gören ben miyim acaba? Tanrım, burası cehennem mi?"ye iter.

Bunlarda toplamda o kişiyi intihara sürükler.
Bu kadar basittir intihar.

Farkında olmayan o gereksiz "güçsüz insan" için "nasıl olsa kimseyle alakam yok, ben olmasam da olur"a geliyor mesele.

Tüm gün intiharı düşünüyorsun belkide. Ama demiştim ya beynin ancak analiz yaptığında farkedebileceğin şeyler yapıyor diye, beynin aslında farkında.

Zamanı ve mekanı o biliyor. O yüzden intiharı sadece düşünmekle kalıyorsun.

O seni yaşatmaya devam ediyor.

Bu terapi olayını kendi kendine yapmazsan ve başka biri sana yaparsa, o kişi "terapist" oluyor.

Terapist, bunu kimi zaman para kazanmak için yapıyor, kimi zamansa yardım etmeye niyetli biri olduğu için.
Tecrübelerini paylaşıp yardım etmek istediği için.

Neyse sen tüm bu terapiyi oku ama hayatına uygulama yani ezbere yaşa, ben biraz soluklanayım.
-Terapist.

11 Şubat 2014 Salı

Değişim II - Oyunlar

Şöyle ufaktan bi' kendimden bahsedicem iznin olursa ehehe.

Benim çocukluğum; hayatı monotona bağlamış, her gün kahveye gidip sigara-çay keyfi yaparken Okey oynayan , hiç bir halta yaramadığı halde sürekli "yeni nesil pek bir hayırsız, varsa yoksa bilgisayar yahu çıkın dışarıda oynayın, gezin tozun biraz" diye homurdanan dayıların dediği gibi geçti az çok.

Bilgisayar ile ilk tanıştığımda öğrendiğim ilk şeylerden biri "çift tıklarsan açılır, tek tıklarsan işaretler" idi.
Öylesine yepyeni bir şeydi ki bu, evi terkedip hala sümüğünü yemekle meşgul olan çocuklarla oynamak yerine bu daha çekici geliyordu.
Çoğu çocuk gibi ben de başlarda işlerimi bilgisayar bilen insanlara yaptırırdım. Mesela oyun kurmak gibi.

Oyun kurmak o dönemde büyük olaydı moruk. İsminde "çocuk" sıfatı geçen bir kimseden oyun kurabilmesi beklenmezdi.
Lakin ben bir gün dedim ki "oyunu kuran adam gibi benimde elim kolum var ben niye kuramayayım?".
İlk oyunumu o gün kurdum ve gerine gerine bunu arkadaşlarıma anlatıyordum. "Oyun kurabilen çocuk" havası farklı bir şeydi moruk, baya büyük olaydı.

Çoğu yaşıtım futbola meraklıydı. Maç yaparken kendilerini beğendikleri futbolcu olarak hayal eder, pet şişeye sanki milli maçta yabancı takıma 3. golü atmaya hazırlanıyormuşçasına vururlardı.

Futbolu hiçbir zaman sevemedim.

Bu yüzden olsa gerek vaktimin çoğu evde , bilgisayarda geçiyordu. Sanırım pratik davranamama sorunsalımda bu yüzden ehehe.

Başlarda "next>next>next" ile oyun kurarak başlayan ingilizce serüvenim birkaç yıl sonra online oyunlarla da pekişerek beni devamlı okulun sunduğu ingilizceden ileride tuttu.

Okuldan geldiği gibi online oyunun sunucusuna bağlanmaya çalışan, 5-6 saat sonrada gidip uyuyan , her gün aynı senaryoyu tekrarlayan bir çocuğa dönüştüm.

Yaşıtlarım mahalle maçı yapardı ben oyunda seviye kasardım.

Anneleri onlarda "Serseri misin sen be ?! Tüm gün sokaktasın ! O Mehmet'le konuşucam arkadaşlık etmesin seninle! " diye kızardı, benimkiler "Oğlum, gözlerini bozacaksın, tüm gün oradasın , yabancılara ayırdığın vakti birazda bize ayır!" diye kızardı.

Birkaç sene daha geçti. Sınıflarda ingilizce görmeye başladık.
O maç yapan çocuklar "Kursa mı gittin? Nasıl iyi ingilizcen bu kadar yha?!" derdi, eve gidip Fifa,Pes oynar, tv izler uyurlardı.
Ben kod açıklarının nasıl suistimal edilebileceğini (hacking) araştırır, çoğu zaman geçe kalır, uyuyakalırdım.

Zamanla görülen ders sayısı iyice arttı. Hiç birşey yapmadan yetişebildiğim dersler bile ağırlaşmıştı artık.
Bağlı olarak notlarım düşüşe geçti.

Bana şunu dediler hep :
"Önünde uzun bir gelecek var, ömrünü bilgisayar başında mı geçireceksin ? Oyunlar karın doyurur mu ? Derslerine çalışacağın yerde gereksiz şeylerle vakit geçiriyorsun."

Bu insanlar ile tartıştım, kavgalar ettim. Ama şunu söylemeliyim.
Zamanla oyunlara olan ilgim azaldı. Bilgisayarı artık oyun oynamak için değil, araştırmalar yapmak için açmaya başladım.

Evet, oyunlar karın doyurmaz. Ama bendeki, iş ararken çoğu kişinin reddedilmesine sebep olan "ingilizce eksikliği"ni doyurdu.

Kodlamaya olan ilgim zamanla animasyon yapmaya , bugünlerde ise video/fotoğraf tasarlamaya dönüştü.

Bu iki özellik gelecekte 2 ayrı meslek potansiyeli taşıyor. Ali'nin 0 benimse 2 golüm var anlayacağın.

Sümüğünü yemeye ilgili olan Ali yıllar geçmesine rağmen futbola olan ilgisini dindirip notlarını yükseltemediği için kahvedeki dayıların gözünde "sıradan çocuk" , ben ise zamanla oyunlardan uzaklaşıp, vaktimi araştırma yapmakla geçirmeyi tercih ettiğim için "asosyal, anormal çocuk" oldum. Bozuk neslin ilk parçası oldum.

Fark şuradan geliyordu kahvedeki yaşlı amcalar değişim 'i kabullenmek istemiyorlardı ve bencilce kendi zihinlerindeki dünyayı gerçekte görmek istiyorlardı.

Hayır, "yeni nesil çok boz.."madı. Sadece koşullar ve imkanlar değişti.

Biraz da bilimsel yaklaşalım.
Her hayvan ve insan çocukluk evresinde zekasının gelişimi için oyun oynar. Aslanlar bunu birbirinin boynunu ısırarak yapar, insanlar ip atlar, maç yapar. Oyun anlayışı değişse de fikir sabit kalır.

Her hayvan ve insan, çocukluk evresinde oyun oynamak zorundadır. Genetik faktör.

Son 20 sene içerisinde, sokakta saklambaç,evcilik oynamak olan oyun anlayışı yerini bilgisayarlara türlü simülasyonlarla dolu video oyunlarına bıraktı.

Sanal dünya egemen olmaya başladı.

Oyun anlayışı değiştiyse de fikir sabit.

O yüzden sevgili "yetişkinler". Çocuklarınıza bilgisayar konusunda kızmayın. Onun yerine zamanlı,sağlıklı bilgisayar kullanımını öğretin.

Yolu çocuklarınıza siz gösterin, bunu siz yapın. Kararı onlara bırakıp, yanlış yaptıklarında kızarak değil, tecrübelerinizi paylaşıp, bilgi aktararak yapın. Öğreterek.

Değişim i kabullenin. Her gelenek değişime uğrayabilir. Önemli olan fikri oturtabilmek.

"Yetişkinler karakterlerini oturtmuşlardır ve artık değişime çok az rastlanır."

Bu dünyanın en sığ düşüncelerinden biridir. İnsan dediğin varlık beyne sahip. O beyninde duduk uçuklatan yetenekleri var.

Böyle bir beyin ise elbet değişebilir. Her yaşta.

Değişim
i kabullenin. Yıllar boyu çevrenizi algılayarak zihninizde oluşturduğunuz farklı "dünya modelleri"ni  insanlara dikte etmeye çalışmayın.
Zira "Dünya modeli" sürekli değişiyor.

Değişti.

3 Şubat 2014 Pazartesi

Değişim

Öyle bir şey ki değişim, çoğu zaman farkında bile olmuyorsun.

Bir bakmışsın sadece evde kullanılabilen çevirmeli telefonlardan , cebinde taşıyabildiğin ekranlı ve tuşlu telefona , daha sonrada sadece ekranı bulunan dokunmatik çok işlevli "cihaz"a geçiş yapmışsın.
Bunlar sadece 10 sene içerisinde olmuş.

Bir bakmışsın çağ atlamışsın.

Bir bakmışsın havalı gitmiş cool gelmiş.
Hala havalıyı kullanan insanlar mı var ? Büyük ihtimalle 60-70 yaşında ihtiyarlardır onlar, takma onları.
Cool diyince daha havalı oluyorsun nasılsa.

Bir bakmışsın, eski yunanistanda demokrasi doğuyor. Şimdi bakmışsın "demokrasi" adı altında milyonlar ölüyor.

Zaman, algılaması zor bir kavram.

Tengri imiş. Tanrı olmuş.

Atalarımız şamanizm inancında oldukları için sadece Tanrı varmış.
İslam'a geçince Allah olmuş.

Coğrafya ve inançlar değiştikçe dil değişmiş.
9. yy'ın dili ile 13. yydaki Türkçe ayırt edilebilir hale gelmiş.

Zaman ilerlediği için olmuş.

Bunun yegane sebebi ise iletişim eksikliğiymiş. A coğrafyasında yaşayan adam , A coğrafyasının kültürünü benimsiyormuş ve B coğrafyasındaki kültürden haberi yokmuş.
A daki adam Bye gittiği zaman, yeni kültürü öğrenip, kendi kültürünü ordakiyle harmanlıyormuş.

Bugün öyle mi ?

Artık A coğrafyasındaki insan , Z coğrafyasındaki insanın tuvalet alışkanlığına kadar biliyor.
Onun dilini, kültürünü görüyor , kimi zaman benimsiyor, kimi zaman "of pis yobazlar" diyor, iteliyor.

Her şeyden haberdar olma alışkanlığı zamanla şu düşünceyi yaratmaya başladı ve yaratacak : "Birden fazla kültür nasıl ortaya çıkabildi? Çok saçma"

Dünya zamanla, bugün popüler kültür diye adlandırdığımız kültürü genişletip orada birleşecek. Tek kültürde bir araya gelecek dünya.
Lakin bugün bile "popüler kültür" hepimizi birleştirmiş vaziyette.

Diyoruz ya hani zaman diye. Zaman dili de değiştirecek. Yavaş yavaş değiştirmeye de başladı.

Televizyon (television), otobüs (autobus), radyo (radio), otomobil (automobile), telefon (telephone) , ne kadarı kendi dilimize ait ?
Türkçe konuşulan bir ülkede türkçe televizyon adının azınlıkta olması peki ? Show, star , fox. Bunlar türkçe mi ?
Türkçe seslerin uygulandığı bir dilde hangimiz Cnn, Ntv , Cnbc-e gibi kanalları Türkçe seslerle okuyoruz ? Baya baya siyenen , entivi ve siyenbiysiy-e diye okuyoruz ehehe.

Yabancı terimler karışıyor dile.
Like yapmak, tweet atmak , egzegere etmek (ingilizce exaggerating, abartmak) , infoda bulunmak (bilgilendirmek).

Peki bunların ortak paydası nedir ? İngilizce.

Bana sorarsan Türkçe'nin 10-11. yylarda yaşadığı değişimden farkı yok. Fark ise, farsça ibranice kelimeler yerine İngilizce kelimeler tarafından taaruza uğruyoruz. Değişiyoruz.

Ama dedik ya artık iletişim hadsafhada. Artık herkes herkesin herşeyinden haberdar.
Bizi etkileyen İngilizce, tüm dünya dillerini etkiliyor.

Öyle bir safhaya gelmiş ki İngilizce, artık yabancı biriyle konuşurken ortak dil olarak İngilizce kullanılıyor.
Bu da bir kaç nesil sonra İngilizcenin, anadili geçersiz kılması, şu düşünceyi yaratması demek ;
"Dünyayla anlaşmak için extra(bu da ingilizce ehehe)dan bir de İngilizce öğreniyoruz. Zaten köşedeki dönercinin adı Best Döner, marketlerin adı Shock ve benzeri. Dilimizin yarısı İngilizce hocam, niye Türkçe öğreniyoruz?"

Çok uzak olmayan bir gelecekte tek kültür ve tek dilde birleşeceğiz. Dünyanın şu anki değişim gidişatı bunu kaçınılmaz kılmaya başladı.

Bu kötü bir şey değil zira değişim dünyanın en doğal olayı.

Tek kültür ve tek dile sahip bir dünya ise elbet bir gün tek bir devletin çatısına girmeyi isteyecektir.

Bak bu kötü olabilir işte.

Şu an en doğru yönetim biçimi demokrasi sayılıyor. Milletvekilleri bir diğerine laf sokarken "Sizin demokrasi anlayışınız bu mu?" dediği zaman diğer milletvekili yerin dibine giriyor.

İnsanların çocukluğunda "demokrasi ; halkın kendi kendini yönetmesidir" olarak öğrendiği ve büyüyünce halkın istediğine veyahut adalete aldırılmadan, iktidara sahip olanın sazı çaldığı, kafasına göre kanun çıkarabildiği, anayasa yazabildiği sistemin ne kadarı doğru olabilir ?

Tarihin bugün bile en büyük filozoflarından sayılan Aristo ve Eflatun tarafından olabilecek en kötü şekilde eleştirilmiş bir sistem ne kadar doğru olabilir ?

Ufacık ülkelerde azınlıkların hakları yeniliyorken, dünyayı kapsayan demokratik bir devlette neler olur acaba?
Üstelik bu sefer merkezi otorite daha güçlü olacak.
Zira demokraside ast-üst listesi ne kadar uzarsa merkezi otorite (iktidar) o kadar dokunulmaz oluyor.

Demokrasi ile yönetilen tek dünya devleti oluştuğu dakika demokrasi kalkar.
Demokrasi tamamen hatalı bir fikir olduğu için değil. İnsanlar demokrasiyi uygulayamadığı için.
Henüz küçücük ülkelerde demokrasiyi kendi nefsine göre büken insanoğlu, koca bir devletin başına geçtiğinde demokrasi kalkar.

Yerini önce meşrutiyete sonraları ise monarşiye bırakır.

Halkını temsil eden emin eller altında demokrasi de , meşrutiyette , monarşi de yararlıdır. Zerre zararı yoktur.

Ama makamın ağırlığından mıdır ya da insanın içindeki şeytandan mıdır nedir, başa gelen nefsine hakim olamıyor.
Kendi ve grubunun lehine kanunları, devleti büküyor.

O yüzden güven bana, insanoğlunun yöneteceği tek dünya devleti sen ben gibi "halk"ı oluşturan insanlara zararlıdır.

İnsanların değişimi bizi o noktaya götürüyor.
Çünkü insanlar hayatlarını bu tür şeylerin minyatür versiyonlarını görerek geçiriyor.

Ey;
Bir kokoreç amerikada, yurt dışında ; amerikanın McDonalds'ı Burger King'i kadar yaygın mı ?
Bu tür markalar tüm dünyaya yayılacak finansı nerden buluyor ?
Türk sineması, Hollywood kadar yaygın mı? Tüm dünya türk sinemasını mı yoksa Hollywood'u mu izliyor?
Popüler kültürü MTV starları mı oluşturuyor yoksa O Ses Türkiye'nin jürileri mi?
Amerikalı, okullarda temel ikinci dil olarak Türkçe okuyor mu ?
Dünyada uluslararası dil Türkçe mi yoksa İngilizce mi ?

Al bunu tüm ülkelere tek tek uyarla şimdi.
İnsanların ne yediğini, ne izlediğini , ne konuştuğunu kontrol edersen, onları kontrol altına almış olursun. İstediğin tarafa yönlendirirsin.

Şu andaysa tek devlete, tek kültüre, tek dile yöneliyoruz.
Şu düşünce beliriyor kafalarda "O zaman, zamanla monarşiye dönüşecek tek dünya devleti yaratıp orada merkezi otorite olmak isteyen insanlar bizi tek devlete, tek kültüre, tek dile yöneltiyor olabilir mi?

İyi gecel..ah pardon. Good night.