21 Mayıs 2014 Çarşamba

Cevapsız Sorular

Gariptir ;

Bir tesadüfler zinciri sonucu oluşmuş ise dünya ila evren, aynı tesadüfler zinciri niye yoketmemektedir bu varlığı?
Yüzlerce, binlerce senaryo mümkün iken yokoluş için, niye işler bu tesadüfler zinciri böylesine düzgünce?

Değişkenli denklemler, düzensizlikler ve tüm dengesizlikler nasıl dengede durur böyle?

Veya niye ağlar Soma'nın evlatları, unuturken halkın kalanı?

Nasıl bu kadar rahattır kan ağlarken vatandaşı? Sorumlu değil midir twitter magandaları?

Kapıcının oğlu kir pas içinde iken niye çalışmamalı villanın varisi?

Yaşadığını hatırlamak için neden düşmeli insan? Niye bir kayaya takılmalı?
Neden kaybetmeli elindekini veyahut kazanmalı istemediğini?

Hiç mi sorumlu hissetmez monoton hayat sahibi kendini?

Veya sorgulamaz mı aynı şahsiyet benliğini ? Neye yarıyorum, nedir bu ben ama benden içeri?

İnsanlar hiç mi hissetmez binlerce kilometre uzaktaki Afrikalının hissini ama hisseder bir kaç yüz kilometre ötedeki anaların veled-i şehitlerini?
İnsan ayrımı yapabilecek kadar uzun mu hayat ?

Değere mi biner peki yollar kısalınca, ölüm yahut yaşamak?
Sevgi artar mı mesafeler uzayınca?

Nedir derdi insanoğlunun, zindan eder dünyayı çocuklara?
Cenneti sunabilecekken pıtırcık ayaklara?

Kitap okumak bile yasaklanırken günde 8 defa, 40 dakika boyunca ; seçeneği neydi pozitif bilimi sevmeyenin, isyandan başka?

Dindirirken bir kalbin sızısını, duymak mıydı öteki kalbin haykırışlarını, yakarışlarını, işkence? Yoksa dünya yanmalı, yok mu olmalıydı sevmediğim bir sözcük olan keşke?

Çabuk değişiyoruz. Günler, aylar geçmez, yıllar bitmez. Ama baktığında ardına çok azı yaşanmış onyıllar var.
Değerlendirilmemiş, geçiştirilmiş zamanlar.

Lanetli der kimi hayatına, kimi kendine. Kendine diyenlerden oldum ben.
İçgüdüsel bir insanları anlama ihtiyacı çektim hep. İster doğuştan de, ister genetik, ister içgüdü, ister empati.

Kendi hislerim, kendi ihtiyaçlarım olmadı çoğu ve neredeyse hiç bir zaman. İstersen çağından ötürü karakter karmaşası yaşıyorsun de bana, ben biliyorum kendimi, tanıyorum. İnsanlara göre şekil aldım. Başkalarının mutluluğu için yaşadım çoğu zaman.

Daha bebekliğinde düşünmeye başlar mı bi' insan başkalarına yük olmak istemediğini?
Kendinden bir şey anlatmayıp, hep dinlemek ister mi bi' insan?

Beni bırak ama insanın doğasında var. İçgüdüsel olarak yöneldiğimiz yönlerimiz var bizim. Karakterlerimiz belli az çok doğarken.

Mesela gün ışığında uzanan bir köpek göze hoş görünürken, ATMden para çeken bir insan neden itici gelir?
Martı sesleri, deniz dalgaları rahatlatırken kulakları, trafik sesi veya bağıran insanlar neden huzursuzluk verir?

Kabul ilk örneği bir filmden arakladım ehehe. Çok önceden izlediğim ama yakın zamanda hatırladığım bir filmden. Ama öyle değil midir?

Neden çekerken bizi bir çift göz, iter ders notları?

Dünya çok güzel bir yermiş, insanlar talan edene kadar. Vahşi yaşam, doğa, afetler alt edildikten sonra insanın tek düşmanı kendisi kalmış.
Cefasını çekmekte bize düşmüş.

Atalarımız insan hükmündeki dünyayı inşa ederken kalplerimize sormamış. Akılla, mantıkla açıklamaya çalışmışlar.
Yola mantıkla çıksan da, yolun sonunda kalp karşılar seni.
Bak mutsuzuz şimdi.

Atalarımız iyi bir şey yaptıklarını, doğru olana yöneldiklerini sanmışlar. Hani nerede şimdi o doğru?
Eskiden yaşam süresi vahşi yaşam yüzünden kısaydı. Şimdi neden 15 yaşında intihar eden gençler var?

Neden çocuklar siyasi görüşlerin kavgasına alet oluyor bu dünyada? Ne kadar acizleşti yetişkinlerimiz? Ne kadar kalpsizleşti bedenleriniz?

"Doğru diyosun da.." deyip kaçacaksın yine, biliyorum. Ama parçasıyız hepimiz.

Soma mevzusunda, önlem almayan devlet kadar, önlem alacak olanı başa getirmediğimiz için biz de en az onlar kadar suçluyuz.

"Bencillik, riyakarlık, iki yüzlülük !!" diye bağırıp, çevremizi değiştirmediğimiz için suçluyuz hepimiz.

Bizler de katiliz ve mazeretimiz de yok.

Cahil dedikten sonra bilgilendirmediğimiz için suçluyuz.
Farkedip, farkettirmediğimiz için.

Hayal kırıklığına uğrayıp, hayal kırıklığına uğrattığımızdan.

Gururumuzdan.
Egomuzdan.

Karşımızdakini dinlemediğimizden. Çoğu zaman tek başımıza konuştuğumuz, tek taraflı diyaloglarımızdan.

"ARTIK YETER" seviyesinde iken belki bir çift evladımızı üzmek istemediğimizden ötürü yaşadığımız işkence hayattan.

Her gece sabır duaları etmekten veya kulağımızı söküp uyuduğumuzdan.

Bir çift evladın büyüğü olmaktan ve buna devam etmekten. Bitirebilirken.

Alevi söndürmekten. Yanabilecekken.

Kendi kendimizi mutsuz ettiğimizden.

Kendimize ve başkalarına işkence ettiğimizden.

Mutlu olmayı bilmediğimizden.

Ama aldırma, okuduklarını yine unutacaksın sonrasında.
Haklı deyip geçeceksin.
Duygu mastürbasyonundan öteye geçemeyecekse de senin için, yazarım ben, zaten severim.
Seçeneğim de yok başka. Rahatladığım, huzur bulduğum ikinci yer yahut yol.

Oku veya okuma. Kendine acır buranın yazarı.
Gördüklerin yalnız kusmuk parçaları.
Yine de, her şeye rağmen güzel dünya.

Işık var. Hep oldu.
Parlatalım o ışığı.
Ama önce yazar biraz uyumalı.

Kendine iyi bak.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

İnkar

Gerçek ağır geliyor ise inkar edersin.
Dünyanın en kabullenmeci en gerçekçi insanı da olsan, bir gün tıkanırsın. Mecburen inkar edersin.
Yok canım o kadar da değil herhalde dersin. İhtimal vermezsin gerçeğe. Gülünç gelir çünkü.

Kendi vatandaşı madende sıkışır ölür, "Olur öyle" der. Kalıbının adamıdır o. "Hayır canım, sadece gerçekçi oluyor ehe" der inkar edersin.
Her an her dakika gittiği yerden konum bildiren "sosyal" vatandaşların, konum bildirdikleri mekanların wi-fi'nı kullanarak "çok üzgünüz, acımız büyük ehe" yazdığını görürsün. "Yok yahu, ellerinden o kadar geliyor" der inkar edersin.
"Yeter bee, sömürdünüz ülkeyi" diyenler seçim günü gidip sandığına sahip çıkmaz, evinde kös kös oturur sonra seçilene söver ; "Tüm millet sokaklara mı dökülseydi, kaos olurdu zaten" der inkar edersin.

Oyun oynamayı seven bir kaç "sosyal" çıkar, bir oyun icat eder, adına siyaset deyip ona buna giydirmeye başlar. Bunları farkeden bir parti, aynı "seçilen" gibi sosyalleri sömürmeye, yönlendirmeye başlar. "Herkesin kendi tercihi, neticede ifade özgürlüğü var" der inkar edersin.
Aynı insanlar sonraki gün, bir afet, kaza, savaş olduğunda "İşte bu ülke böyle yanlış, davamız böyle doğru, dikeceğiz kızıl bayrağı !!11!" tarzında çıkarcılık yapar. Savunduğu kızıl bayrağın altında mavili beyazlı birazda kırmızılı Amerikan bayrağı açmıştır, farkında değildir. "Gençlik yahu, ileride çelişki falan kalmaz" der inkar edersin.

Bir ölçüde de rahatlarsın. Neticede bunlar sana dokunan şeyler değildir, boşverirsin. Çelişkiymiş, üşengeçlermiş, sorumsuzlarmış ; iplemezsin. İnkar eder, bahaneler türetir geçersin.

Bir an gelir.
Bugüne kadar susmuşsundur. Yine susacaksındır.
Sabahtan akşama kadar dedikodu yapan ama sorarsan okul/iş dışında başı kapalı, dininde imanında olan insanların konusu olmuşsundur.
Senden girer, aileneden çıkarlar. "Duymadım ki" triplerine girersin. Bu seferki bahanen odur.

Bu dokunur sana. Boşveremezsin çünkü inkar ettiğin dünya dönüp dolaşıp gerçekliği ile karşında durmakta ve seni dürtmektedir. Git, yapma desende yapar o. Suçlusundur, inkar etmekten ötürü.

Döner dedikodu yapanlara şöyle bir söversin uzun suskunluğunun ardından. "Size ne ulan biiiiip+++" dediğin dakikada haksız, suçlu, terbiyesiz, edepsiz, toplumda konuşmayı bilmeyen olursun. Hayatlarını başkalarına zorluk çıkarmak, onları yermek için yaşayan başkasıymış gibi döner sana "Laflarına dikkat et terbiyessiaaaağğz!1!" gibisinden çıkışırlar. Tanrım bu kadar çelişki fazla, insanlar böylesine aptal olamaz !? dersin. İnkar edememişsindir ama kabul de edememişsindir o an.
Kabullenirsin dayı işte o an.
Kabullenirsin.

"APTALSINIZ HEPİNİZ, KOCA APTALLAR" diye haykırırsın kalabalığa, palyaço olursun gözlerinde. Değersizsindir.
Aç tavuk kendini darı ambarında sanar misali, azıcık değeri olan insanlar kendilerini ilah sanmaktadır. İşte o an farkedersin ki onlar kabullenmeyecektir. En zoru bu olur.
Ağırlaşır yükün. Belki de son damlan olur.

Madeniyle, ülkesiyle, başkanıyla, cahiliyle, delisiyle, genciyle, yaşlısıyla, ışığıyla, karanlığıyla bir güzel yalar yutarsın dünyayı.
Bahanelerin tükenmiş, daha fazla inkar edemezken koyu kızıl bir ışık parlar kafanda. Şeytandır o, dürter. "Sen yoksan dünyada yok"
"Çıkış yolu!" diye sevinirsin. Dünyayı böylesine inkar etmenin yolu aklına gelmemiştir daha önce.
Düşünürsün, acaba dünyayı 5. kattan, temiz betona doğru inkar etsem mi diye.

Ama o zaman ne farkın kalır inkar ettiğin o sorumsuzlardan.
"Ben onlar gibi değilim ki yahu, güçlüyüm, sorumluluklarımın farkında ve dayanıklıyım" der, kendini inkar edersin.

Öyle.

11 Mayıs 2014 Pazar

Din Felsefesi

Öncelikle boş vaktin varsa oku.
Boş vakit ile kastettiğim yapacak başka işinin olmaması değil ; kafanın boş olması ve bir şeyler üstüne rahatça düşünüp, bazı şeyleri oturtabilecek sakinlikte olman.

Şimdi, second rule, teist veya deist veya ateist veya Nutellaya tapıyor olsan dahi zerre farketmiyor zira bu yazıda kimseye dokundurmadan, dokundursamda iki tarafa eşit payede dokundurarak, genelinde objektif olarak sana bir bakış açısı katmaya çalışıcam. Senden beklediğim ise aynı kafada olman. Yani, okurken amacının "işte müslümanlar böyle salak" diyecek argüman veya "ateistler böyle cahil" demeye fırsat aramak olmaması lazım.

Anlaştık ?

Bak dayı, bana doğduğumdan beri yetiştirilirken şunlar öğütlendi : "Siyaset ve din hakkında tartışmaya girme".
Bende girmezdim. Sebebini anlamak zor değil zira bugün baktığında şu iki konu hakkında en ufak şey söylesen bir kavga tutuşuyor hemen.

İnsanlar tahammülsüz. Birbirine değil ama. Yeni fikirlere.
İnsanlar kendi fikirlerinin tekrarlandığını duymak istiyor. Zıt veya benzer düşüncelere ise kapalılar.

Siyaset bir yere kadar anlaşılır. Neticede siyaset tarafların oyunu ve tarafların fanatikleri olur.
Lakin din öyle değil. Bugün aynı siyaset gibi değerlendiriliyor ama özüne bakarsan din sadece bir felsefe.

Öyle insanların nüfus cüzdanlarında yazması gerekecek kadar önemli değil yani.
Toplumsal açıdan.

Lakin şahsi seviyede gayet önemli bir mevzu. Herkesin kendi arayış'ı var ve bu konuda tamamen özgür olmalılar.

Müslüman ülkeymişte kimliğinde illa İslam yazacakmış doğduğu gibi.
Kimliğinde ateist yazana farklı bakılacakmış.

Sadece bir felsefe.

Felsefe evrenin yaratılışını ve evreni inceler. Yani din, felsefenin tavan yaptığı bir mevzu.

Şu sıralar Caner Taslaman, Emre Dorman gibi felsefecileri keşfettim mesela. Bu adamlar kendini yetiştirmiş ilahiyatçı insanlar ve dinlediğin her dakika dolu dolu yeni bakış açıları kazanıyorsun din için. Olması gerektiği gibi objektif fikirler yakalıyorsun. Burada objektiften kasıt, iki tarafıda (bilim ile din) beraber ele alabilmek. Zira çoğu bilimci veyahut din alimi (!) , dini veya bilimi reddediyor. Biri varsa diğeri yoktur diyor.

Din sadece bir felsefe ve insanların hayatlarına özel olmalı. Kabul ettik.

Beni bu konuya girmeye iten ise insanların kabullenme yoksunluğu. Daha anlaşılır hali ile hoşgörüsüzlüğü.

Ateistler ölmeli diyeninden tut ; bilimciyiz, hoşgöreniz, araştırmacıyız adı altında islam karşıtlığı yapan topluluklar var.

Veya az önce anlaştığımız insanların keni arayışlarında özgür olması konusunu reddeden ve insanlara "Sorgulayın !! ama sonra ateist/teist olun" mesajı veren topluluklar var.

Hurafeleri bilgi, bilim diye sunup dinin hurafeler üstüne döndüğünü iddaa edenler yok efenim evrim var o zaman din yalan kafasında olanlar var.

Kutsal kitapların (özellikle Kur'an) tamamen nefret söylemleri ile dolu olduğunu iddaa eden kesimler var.

Şöyle ki : en yozlaşmış din öğrenme kaynağı olan MEB bile ilk derslerinde İslamın hoş görü dini olduğunu söyler ve açıp Kur'an okunduğunda toplumsal nitelikteki ayetler haricinde evrensel nitelik taşıyan kısımlarda sadece sevmenin öğütlendiği farkedilir.
İslamdaki yaratılış olgusu evrim teorisi ile güçlenmekte  ve hatta big bang teorisi ise Kur'anı tamamen doğrulamakta.

Ama diyelim ki ben yıllarca yalan, yanlış şeyler okudum ve son paragrafta yazdıklarım sadece uydurma. Kur'an ve diğer kutsal kitaplar nefret söylemleri ile dolu, sadece öldürmeyi öğütlüyor, kadın erkek eşitsizliği var, evrim yalan, big bang kaka, insanlar pis falan filan.

Bu yinede kimseye kimsenin görüşünü yerme, aşağılama hakkı vermez. Veya bu konuda öğrenmeye meraklı insanları "şöyleymiş, şöyle olmuş, böyle yalan/böyle doğru" tarzında ikna edici konuşarak bencilce yönlendirme hakkı vermez.

Din insanların kutsalı ise, hassas olunmalı. Dedim ya doğduğumdan beri bana öğütlenen "dinle ilgili tartışmaya girme" diye bir söz var.
Harbiden girilmemeli. İnsanlar eğitimsiz ve hoşgörüsüz olduğu için girilmemeli.

Objektif, öğrenmek için tartışan insanlarsa karşıdaki ancak o zaman girilmeli. Her şeye olasılık tanıyarak, şöyle olmuş değilde şöyle diyorlar denerek felsefi tartışmalar yapılmalı.

En nihayetinde dine bir yaşam biçimi olarak değil lakin rehber olarak bakılmalı. Dinlerde geçen hayat tarzlarından ilham alarak insan kendi felsefesini kurmalı.

Benim bakış açım budur. Senin ilham aldığın din hangisi dersen, ben müslümanım. İlgilenirsen ismini saydığım felsefecilere bir göz atabilirsin.

Din sadece bir felsefe. Fazla önemsenmesi, kimliğe geçmesi, "ateistler şimdiki maymunların niye insan olmadığını açıklasın!!1!!" abartı.

Aşağılanması, "hayır, aman teist olmayın, dinler yalan, of şu teistler bir ölemedi" düşünceleri abartı.

Zekadan da fazla uzak ayrıca.

Biriyle tanıştığında "Sence Schrödinger'in kedisi ölü mü, yaşıyor mu?" diye sorar mısın ? Hah, dinini de sormana pek gerek yok o zaman ehehe.

Kutsallar şahsa özel, toplumdan uzak olmalı, yaşanmalı.

Aşk gibi.

Bunları aşmanın tek yolu ise araştırmak. Sorgulamak değil. Sadece sorgularsan bir yere varamazsın. Araştırman da lazım.

Sadece araştırmak ama güvenilir kaynaklardan.

Hoşgörülü günler efenim.