6 Eylül 2017 Çarşamba

Hallelujah

Dağa baktı.

Bu eğimi, bu yüksekliği salt vücut gücüyle alt etmek daha inme kısmını düşünmeden bile imkansız geliyordu.
Herhangi ekipmanı yoktu, vakti olmamıştı.

Şimdi yerden yüksekte olmayan her yerde yok edilmek üzere aranıyordu.

Cümleler beşeri dünyadaki her şeyin temelidirler.
Bir cümle, bir beyan da ona bunu kazandırmıştı.

Yapmak zorundaydı, canı pahasına.

Dağa baktı.

Yapmak zorundaydı, canı pahasına.

Şimdiden ağaçların arasından uğultular geliyordu, hatta ona öyle geliyordu ki beyni karanlığın içinden görecek şeyler seçmeye çalışıyor değildi de ağaçlar onu yakalamak üzere köklerinden ayrılıyor, harekete geçiyor gibilerdi.

Zıpladı ve sağlam bir kayayı yakaladı, buradan sonrası taştan bir patikaydı arşa uzanan.
Ağaçların ulaşamayacağı bir noktaya vardığında gözlemledi; dağın ayaklarını yere basan taşlar, kayalardı ve koca madde kütlesine direkt bağlılardı.
Oysa yükseldikçe taşlar parçalaşıyor, güvensizleşiyordu.

Aşağı dönmeyi ve gecenin pelerinine sığınıp sabaha değin bir kaçış planı tasarlamayı düşündü.
Bu düşüncenin adına korku dedi ve onu aşağı attı.

Şimdi yoluna devam ederken çok daha dikkatli olması gerektiğini seçti aklı ona çöpe giden korkusundan.

Yukarı doğru bakıyordu.
Bir takım tutamaklar görüyordu umut vaat eden ancak onlar her an blöf çıkabilir ve onunla beraber aşağı yuvarlanabilirdi.
Bir takım tutamaklar görüyordu onların sağlam olmadığı bu karanlıkta bile belliydi.
Bir takım tutamaklar vardı ki artık varlıklarına tek kanıt çevrelerindeki taşların çıkıntılarıydı.

Umut vaat edenlere tutunacak ve riski alacaktı.
Düşmediği her keresinde yutkunacak ve biraz Hallelujah mırıldanacaktı.

Yapmak zorundaydı, canı pahasına.

Elini uzattı ve güvenilir duran bir taşa yapıştı. Kendini yukarı çekti ve David'in Tanrıyı mest eden gizli akorunu düşündü.
Tüm bu anları sakin kalarak ve nefesini düzenli tutarak atlatmalıydı lakin böylesi şeylerin ilkinde asla bütünüyle tedbirli olunamazdı.
Soluğunu tutmuştu.

Öteki elini uzattı ve güvenilir duran bir taşa erdi, tutunacağı sıra taş altındaki toprakla beraber yerinden fırladı.
Diğer eline tutunarak (ve hatta tutunduğu taşı da biraz sarsıp oynatarak) yerinde kalmayı başarabildi.
Yüzünü her ne kadar aşağı tutmuşsa da kafası toprak içinde kalmış, taş omzundan sekip gitmişti.
Neyse ki sadece yumruğu kadardı.

Başka bir tutamağı denemeden önce bunu neden yaptığını düşünmesi gerekti.
Tepelere çıktıkça soğuyordu, aşağıda da her şey öyle kızgındı ki yaşamak mümkün değildi.
Şöyle bir bakış attı ve aşağıda bıraktığı ormanın içindeki meşaleleri gördü. Geri dönemezdi.
Niye dağa tırmanıyordu, orada durabileceği bir yer var mıydı? Sıcak, rahat ve düşme tehlikesi olmayan bir yer?
Köpekler kovaladığında bir çocuk niye ağaca tırmanırdı, o refleksle çıkmıştı herhalde.
Şu an önemli değildi.

Yapmak zorundaydı, canı pahasına.

"Belki benim için yazılmış rolün bir parçasıdır" azmiyle elini başka bir tutamağa uzattı ve yapıştı.
Başarılıydı.
Minör düşmüş ve majör doğrulmuştu.

Birkaç kıta daha düşe doğrula ilerledikten sonra dondurucu bir soğukla tanışmış artık kendine inanmaz olmuştu. Meşaleler görünmüyordu artık, belki onun göremeyeceği uzaklıkta oldukları için belki de peşinden düştükleri için.

Sadece bir cümle:
 "Sanırım siz bir şeyleri bilmiyorsunuz."

Artık dağa sadece tırmandığı için tırmanması gerektiğinin farkındaydı. Bu yüksekliği kendi rızası ile bir kenara itebileceği aşamayı çoktan geçmişti. Ya ölümdü ya göklerdi.
İnsan çoğu kez yolun yarısında yolunu unutur.
"Gelmişken, yapayım bari" dedi.

Gelmişti, canı pahasına.

Belki yukarıda bir tanrı vardır.

Elini bir tutamağa uzattı.

Aşk diyebileceği şeyden öğrendiği tek şey vardı.

Eli uzandı ve kavradı.
Şarkının da en talihsiz yerine geldiğini düşündü, onu her seferinde vururdu.
İnsanlar bir yenilginin özellikle ölüm kadar büyük bir yenilginin eşiğinde, hayatlarındaki en belirgin anıları sakladıkları nostalji albümünü karıştırırlar, istemsizce.
Bu en belirgin anılar travmalar, en iyiler, en kötüler vesairelerdir.

Silahını çoktan çekmiş birisini vurmaktır diyordu bildiği en Tanrısal insan sesi.

"Bu geceki tırmanışım bir sızlanma değil." diyerek taşa tutundu.
"Farklı ya da ilahi bir şey görmedim, bir şeyi ifade ettim."

Ağırlığını verdiğinde taşın blöfü ortaya çıktı ve altındaki toprakla beraber yerinden fırlamaya kalktı.
Yorgunluğu ve soğuğun içinde diğer eline yeterince tutunamayacaktı, denedi ve o taş da yerinden fırladı.

Soğuğun ve öfkenin iki eliyle sımsıkı tuttuğu taşlarla beraber aşağı yuvarlandı bir süre.
Sırtı sert bir kayaya çarpıp onu dağdan uzağa fırlattı.

Tüm meşaleler ve düşman hislerin elçileri o geceki son ipuçlarını duydular:
"Hallelujah!"

Soğuktu.
Kemikleri kırılmıştı.

Canı pahasına.

Yapmıştı ve zihinlere bunun yanı sıra çığlığıyla da girmişti.

Sonraki nesiller onu kitaplarını aydınlatan bir filozof olarak bilecekler ve hayatının ne dağ kısmını ne tereddütlerini gündem edecekler.
Soğuk bir es geçecekler onlara.

Bir süre kızacaklar yetişkinlerine eleştiriye kapalı oldukları ve bildiklerini iddaa ettikleri için.
Sonra çocuklarıyla kavga edecekler onlara hiçbir şey bilmediklerini söyledikleri için.

Daha ne olsun?

Hallelujah.