23 Ocak 2017 Pazartesi

insan

 Bu yılın örneği olarak seçilmişti.

 Ötekilerin aksine kendisine sunulandan en çok payı alarak, kendisine sunulanlara dair kendisine sunulan imtihandan en fazla doğruyu o seçmişti.

 İçine doğduğu toplum ona takdirlerini sunmak için her yılın talebesine yaptığı gibi onu bir geziyle ödüllendirecekti.

 Şimdi karşısında doğanın her bir fevkalade güzel ve üşenilmeden işlenmiş detayını birebir taklit etmiş oda oda sahneler ve içerisinde tür tür canlılar bulunan hanelerin buluştuğu koridor vardı.
 Tüm bu mekan mantıken Nuh'un gemisi gibiydi.

 Doğa, bu minyatürünün arkasında onu beklerken çocuk zamanı bitip de dışarı çıkarılana dek sivilcelerini sıkarak ve vücudunun sevdiği/sevmediği yerleriyle oynayarak durdu.

Balgam

 Şöyle kıraathaneli sokakların amcalarından ya da sınıfın pis çocuğundan gelebilecek bir hıaağrk sesinden sonra balgamını damıttı.

 Fotoğrafların ve mumların bir arada çağrıştırabileceği pek fazla gece varmış aslında. Çokta hafife almamalı.
 Tenler imzalarla süslenirler.
 Sen hangi köşesindesin dünyanın?

 Ata'nın ışığında bir puzzledan bahseden ses, anlatıyor sana senin kendini.
 Aydınlatıyor parçanı.

 Zaafımız bilmediklerimiz, onlar bizi biz onları tadarken daima gafil avlayacaklar.

 Ata'nın mumu söndüğünde korkular ve sanrıların uykusu başlıyor.
 Yastığa uzandığında hemen uyuyamayan iki tatsız erkek bunlar.
 Birbirlerinden çok keyif alsalar da, bazen bulundukları yeri zehirleyip zehirlemediklerini düşünüyorlar.
 Uyuduklarında bile arada uyanıp ''O neydi?'' diyorlar.

 Işığa koştuğu için mutlu olan bir balgamı tükürmek istedi. Balgam enfeksiyon tadındaydı.
 Gerekli nefesi bulamadı ya da inatçı bir balgamdı ki bir kerede gitmedi.

 Adım adım ağzından, çenesinden damladı.

 Neden sonra temiz gırtlak, sesini geri istediği ve daha iyisiyle ilgili bir şeyler fısıldadı.
 Kirli taşlara konuştu:

 ''Olmuyorsa/olduramıyorsanız/olmamışsanız/olduramamışsanız/olamayacaksanız/olmayacaksa sorun değil. Bana yolumu açın.''

8 Ocak 2017 Pazar

Aşk & Nefret

 Bir insanın bir şeyi ilk kez görerek şaşırabileceği diyarlardan çok uzaklarda doğanın bir bahçesinde bir sabah, doğa yeni bir biçim yaratmaya karar verir.
 Sebebi yeni doğan canlıların merakı dışında tadını çıkarabileceği bir alkışı kalmayana değin insanın doğaya muhtaç kalmayışıdır.
 Emeli her güzelliğini onun gözleri için tasarladığı maşuğu insanın bile kendinden pek çok şey bulup ona yeniden sempatiyle bakacağı, belki onu affedeceği bir güzellik tasarlamaktı.

 Böylece artık dünyada belirli bir popülariteye ulaşıp olağanlaşmış eski bitkilerini kurutup toprağa katarak, kazandığı ve getirdiği bileşenlerden bir yeni çiçek tasarlamış.

 Bu çiçek ötekiler arasında izlenerek doğacak, her birinden sevgi ve sarılmacıklar alarak büyüyecek ve yetişkin olduğunda güçlü de görünecekmiş.
 Doğa 'ol' demiş ve çiçek meydana gelmiş.
 Doğarken bahçede onu izlemeyen yokmuş, her bir öteki bitkiden güler yüz, sonsuz anlayış ve narin yapraklarından sarılmacıklar da almış ancak işler pek yakında ters gitmeye başlamış.
 Büyürken aldığı sonsuz onaylama, doğasındaki lezzetsizlikleri gidermesine mani olduğu için yetişkin olup bahçede söz sahibi de olduğunda her şey anti-sempatisine çalışmaya başlamış, tez vakte arkadaşları ona yüz çevirmiş, yalnızlaşmış; büyürken aldığı sonsuz onaylama ile ilgi, zamanla öyle olağanlaşmış ki bir ihtiyaç haline gelmiş ve terkedildiğinde bile kendisini çok değerli bulduğu kendisi ile şımartmaya devam etmiş; nihayet büyüdüğünde yalnızlığa neden olan kibri hedeflenmediği üzere zayıflığa neden olan çiçek, ilk günlerine nazaran perişan bir yürekle oracıkta kuruyuvermiş.
 Her şey sevmekten şımartmaya, güçten zayıflığa, ilgiden 'defol'a bir çırpıda dönmüş.

 ''Pek kısa yaşadı yine de insan onu izleyebilir ve bundan keyif alabilir mi?'' demiş.
  Lakin bu çiçeğin öyküsünde insanlardan ancak büyüklerinin kendini bulabileceğini düşünerek başta harcadığı vakte üzülmüş.
 Sonra doğa gülerek bir gerçeği hatırlamış, ''Zaman benim derdim değildir.'' ve öteki bitkilerden af dilemeden, akıl danışmadan bir çırpıda sökerek, yeni tasarısı üzerine çalışmaya başlamış.

 Yeni çiçek, öteki çiçeğe nazaran mutluluğu için kendine değil, başkalarına bağlı olacakmış.
 Yetişkin hale gelene kadar ilgisiz, her tür rahatlıktan uzak, çoğu zaman susuz ve güneşsiz yetişen çiçek ötekilerin takdiri olmadan yaşamayı öğrenecekmiş.
 Böylece bahçenin olabilecek en tenha köşesine, toprağın olabilecek en derininden filizlenecek bir tohum ekmiş doğa. Günışığına vardığında da plana uygun şekilde orada ona ilk arkadaşlığı sunacak bir bitkiyle karşılaşacakmış.

 Böylece tohum kırılmış ve çiçek önce minicik sonra upuzun yeşil bir dal halinde tırmanışına başlamış.
 Karanlıkta, ışık nedir bilmemiş.
 Çamurla ve soluncanlarla karşılaşmış ve kimi zaman da susuzluğunu gidermiş.
 Nihayet başı ilk defa zorlanmadan toprağı itebildiğinde bir yere vardığını anlamış. Anlam veremediği bir ışıkla sarılan çevresini inceleyerek yükselmeye devam ettiğinin sırasında onunla arkadaşlık kurmaya niyetli bitki, köklerinin biriyle ona sarılmaya başlamış.
 Önce ışık ve sonra bu dokunuşlar ona başta bir saldırı gibi geliyormuş zira pislik ve rahatsızlık olarak öğrendiği dünya ilk kez pasif kalmayarak bizzat ona geliyordu.
 Ancak zamanla bu arkadaşlıktan doğası gereği keyif almaya başlayarak, yeni keşfinin peşine düşmüş. Büyüyüp köklendikçe bahçeyi dolaşıp arkadaşlar edinmeye başlayan çiçek, ötekileri tanıma merakını başka bitkilerin paylaşmadığını, bahçenin her huydan çeşit çeşit, grup grup bitkiyle dolduğunu ve zamanla eskisi kadar neşeli tepkiler almadığını görmeye başlamış.
 Tanışmak için tanışmaların çoğu rahatsız edici tepkisi olabileceği gibi, herkesle tanışmaya çalışmanın daha da fazla rahatsızlık yaydığını bilmiyormuş.
 Büyürken dünyayı gerçek anlamıyla ve tam haliyle göremeyen, başka bitkilere nasıl davranacağını deneyip-öğrenmeye fırsatı olmamış, yetişkinliğine varana değin kendine bir hayat kuramamış çiçek sonuç olarak hem başkalarına muhtaç hem de yapayalnız kalıvermiş.
 Boşlukta geçirdiği boşa giden yılları ve asla tadamadığı duygularla dolu ukteleri, çiçeğin kalbinde bir çatlak açmak için epey mücadele vermişler. ''Acı yaşamımın iradesi'' diyor gururlanıyormuş çiçek nasırıyla.
 Ancak bir gün gelmiş ve çiçek dayanamayarak kuruyuvermiş.

 ''En azından bir trajedi'' demiş doğa, ''insanların sevdiği gibi''.
 Sahiden, kendi yaşamlarını bile bırakıp televizyonlarında ırklarının trajedilerine gömülen bu topluluğun izlemeyi reddedemeyeceği bir şeydi.
 Ömrüne uzun denemezdi gerçi fakat kısa da denemiyordu.
 Yine de diyerek doğa ''Ben insanın yaratabildiğine denk mi olacağım?'' dedi.
 Bu sözü sırasında gökler gürledi, bahçe yakınlarına bir şimşek indi.

 Yazık ki doğa insana kendi gerçeğiyle benzerlik kurabileceği bir hediye bulabilmek için çok istekliydi.
 Neyse ki doğa insana insanı anlatabilecek bir gerçeği insandan başkasının yaratamayacağını kabul etti.

 Böylece kuruyan çiçekleri ve kuruyan çiçeklerle ilgili hafızası olan her bitkiyi (yani bahçe nüfusunun tümünü) sökerek yerine tertemiz, hiçbir tanıklık barındırmayan yeni bir bahçe koymuş.
 İçlerine de insan zekasıyla doğacak bir çiçeğin tohumunu ekmiş.
 Ve doğa bir süre sonra, bitkilerin yapraklarını türlü psikolojik yöntemleriyle elde edip başka bitkilere satan, kendisine tapan minik bitkiler edinmiş, bitki aileler kurup tohum elde ederek kendine hayvanlara kendinin yerine sunmak üzere bitkiler yetiştirmeye başlamış, kimi bitkileri kesip boşalan toprağa dilediğini eken, bahçenin sınırındaki bitkileri gözcü atamış, kendisini bahçenin geleceği adına durdurmak isteyen grupları terörist ilan edebilecek kadar çoğunluğu olan, sadece suyla beslenen değil kendine başka bitkilerin -düşman olsun olmasın- tohumlarından öğünler hazırlayan zaman zaman arkadaşı olmuş bitkilere de ziyafetler düzenleyen çiçeği izliyormuş.
 ''Kendini böylesine görmek hoşuna gider mi?'' demiş doğa ve yüreğinde bir şey burkulmuş. Gökte bir yağmur başlamış.
 Tüm bunlarla uğraşmak ona niye insanın haline acımasına ilaveten kızdığını da hatırlatmış.  Maşuğunun gerçeğini hatırlayan doğa onunla barışmak fikrinden caymış.

 Böylece hiçbir hediye bulamayan doğa, barışmak için yollar düşünmek yerine onu acıtan ve kanatan insanın oda sıcaklığını bozmaya, işlerini aksatmaya, yapılarını yıkmaya başlamış.
 Bir yandan da doğanın parçalayıcısı insan, intikamı için doğaya yardım etmeye devam ediyormuş.

 ''Ben salt izlesem de olur'' demiş doğa.

 Sırf üzerine yolladığı tüm vahşi saldırılar ve koşullara rağmen nihayet rahata kavuştu diye insanlığa düşman olduğunu insan nasıl anlatabilirdi ki doğaya?
 Neyin intikamını alıyordu?

 Bazı insanlar ''Biz olmasak doğa daha mutlu ve iyi olur'' bile diyordu. Onlar insana ait türlü doğa taraftarı kuruluşlara üyelerdi.
 Fakat hayır diyordu bir bilge:

 ''Doğa, bizsiz yapamaz.''

 Çünkü;

 ''Gazlardan yıldız doğuran, minicik hücreden kocaman canlı çıkartan, devranı döndüren güç, doğa yapayalnızdır, biz ise çok kalabalık

 İşte ikimizi de kurumaya mahkum kılan budur.''