17 Aralık 2014 Çarşamba

Delilik

Naber?

İnsan ırkının en kalabalık yılları. 100 milyarı aşkın insanı ağırladı bu topraklar.
Sen kaçıncısısın?

Ya da sıranı, yaşamaya hevesli yığınlara mı kaptırdın?

Kaptırmadın derim. Kaptırmış olsan okumazdın, yazardın.
Yazan adamın yaşayabildiği nerede görülmüş? Onlar kaptıranlardandır.

Yaşamayı ve ölmeyi bilen, hayallerini bir şekilde gözlemledikleri ve bildikleri ile sınırlandırmış kalabalığı izlemekle ömür eskitir yazan adam.

Düşünmek ve sorgulamakla övünen bizler, övündüğümüz şeyin bir boka yaramadığını görmekte zorlanıyoruz.
Ve "bizler" evet. Delilik kriterlerimi aşağıda tutuyorum anasını satayım, çıldırmak için rönesansta veya antik yunanda doğmaya gerek yok. "Siktir git, bir tek sen mi farkettin bunları?" "Kitaplara adını yazarlar emin ol ahaha" diyenlere selam olsun.

Övünülecek ve diğer insanları bunu yapmadığı için aşağılayacak kadar nesi var bu düşünmenin?
Bizler çıldırdık ve çıldırmamış, yetinebilen insanları kıskanıyoruz. Onlar da düşsün, beraber boğulalım istiyoruz.
Zira türettiğimiz fikir sistemleri içerisinde, hepimiz yalnızız. Hepimizin farklı ütopyaları, cennetleri var.

Hür aklın çılgınlığı burada! Doğruları ve yanlışları hür aklıyla düzenleyebilen hür iradeler yaratıcıdır!
Kendi gerçekliğini yaratabilenlerin yaratıcılığı yine kendi soğuk karanlıklarının alevidir.

Her doğrunun üzerine çıkabilmiş, tabularını yıkmış temiz ve arınmış kimselerin boşluğa düşüşü burada başlar.

Değer sahibi olmama felsefesi, kendi değerlerini yaratma ihtiyacıyla çatışmaya, olgunluğa girişte başlar.

Yetişkin kimse, kendi değerlerini yaratmış ve yaşayabilen kimsedir. Zira hayatın anlamı, hayata devam etmenin ta kendisidir. Değerleri ve bunlardan dolayla mücadelesi, yapmakta olduğu işleri olmayan insan, anlamsızdır, kendini yetiştirememiş sakallı bir çocuktur. Ölü doğumdur. Zombiler dizilere ve çizgiromanlara özgü değildir.

Çıldırmış bizlerin hayalleri dünyaötesi ve doğaüstüdür. Buysa yetinemezliğimize ve çocukluğumuza işaret eder.
Yetişememiş ve çocuk kalmış olan bizlermişiz meğer.

Dünyada yükleyeceğimiz değeri hakedecek herhangi bir şey olmadığını sanan sözde düşünebilen zeki insanlar (bizler), hayatta başarısız çocuklarız.
Kendi dünyamızı yaratabileceğimizi düşünmek ne çocukçadır!
Kimi tanrıyı sırf bu sebeple reddeder.

Bu dünyanın gerçekleri üzerinde iz bırakmak varken, hatta bunlarla oynayabilecekken, dünyayı reddedip, kendi dünyasını inşaa etmek isteyen, edemeyince oyundan çıkmayı aklına koyan mızıkçı çocuklar!

"Blogunda insanları aşağılıyorsun, en mükemmeli gibi davranıyorsun, egoistsin" diyenlere selam olsun.
Bu toprakların ağırladığı en aşağılık insanlardan biriyim!

Yaşamayı bilemeyecek kadar aptalım! Aşağılık ve üstünlüğü zekayla ölçecek kadar tanrıyım! Tanrı düşünemeyenleri sevse onları ibret için yaratmış olmazdı.

Toplumun olgun ve sert gördüğü kimselerin çehrelerindeki çocuksu ifadeyi ve hayattaki toyluklarını görecek kadar büyüyebildim ancak!

Bu bize toplumumuzun olgunları hakkında ne anlatır? Toplumun hali acınasıdır.
O topluluk, kendini millet sanan 40-50 kişilik hükümet kadrolarını oluşturur ve çocuklarına evrensel davalar yerine bu 40-50 kişinin diğer yüzlerce hükümetle testosteron yarıştırma amacıyla öğretebilmesi için yetki verir.

Bir hayvan gibi sadece yaşamayı ve ölmeyi bilen bu insanlar benden yukarıdadır!
Yaşamayı ve ölmeyi bilir onlar, acıları ve hisleri vardır.

Ama biliyorum, çocuk gördüğüm kendim ve diğer yüz milyar insan içerisinde çok çok ufak bir azınlık olan diğer "kafa yoran yazarlar"dan daha çocuk onlar ve hepsinin kalbi delik deşik.

Bildiğim ve gördüğüm hayatları tamamı ile paramparça.

Biraz keyiflenebilmek için saçma şeyler üzerine konuşan insanlara selam olsun. Dertlerinizde ortağız.

Sırf bir şeyler başarmış hissedebilmek ve diğer insanların kendisini takdiri için yine diğer insanların "yap" dediği şeylerin peşinde koşan, bunun derdine düşen kölelere de selam olsun. Hayatlarımız zorunluluklarımızdır diyor bir filozof.

Öyle filozofun, öyle hür düşüncenin ta.

Hayatı için ruhunu dinlemeyen ve başkalarının ruhlarına kulak kabartmayan insanlar, yaşamayı bilemezler, hayır.

Bunu kabul etmeyeceğim. Kendim bildiğimden değil ya da bilmiyorum da onlar biliyor diye değil.
Farklarımızın getirdiği inattan ve insanlar arası hayatı bir alt-üst ilişkisine dayandırdığımdan sırf. Yanlışta olsa yaptığım, kabul etmeyeceğim.
Benim kadar yaşamayı bilmiyorsunuz.

Sahte uğraşlardansa, yaşamamak daha cazip benim gibi delilere.

Aradığınız ağız olmamamla beraber, aradığım kulakları da bulamıyorum. Olabilecek ve bulabilecek yetişkinliğe eremedim.

7 milyar çocuk olarak, yine çocukların devrettiği düzeni sürdürür gideriz böylece.
Aramızdan çıkan deliler, yalnız kalabilmek için kaçar gider böylece.

Kendini büyütmüş, kendi ruhunu dinleyebilmiş kimse insandır, ütopyamca.
Başka ruhlara da kulak kabartabilen ise iyi insan olur, iyiliğe ölçütüm budur artık.
Ütopyam pek saftır.

İnsan mıyız?

3 Aralık 2014 Çarşamba

Kahpelik

Bir yaratıcı var mı?

Onu kovaladık durduk kendimizi bileli beri. Kimilerimiz "hayatlarımızın bütünüyle bir resim çizen irade" olarak bahsetti O'ndan, kimilerimiz "bencil, beceriksiz" diye tanımladı.
Sahiden bir yaratık duran bu evren bir şaheserdir. Lakin boktan olan ve -var ise- O'nu beceriksiz gösteren, insanların var olduğu şu ufak dünyadır.

Sanırım sorun insandadır. Hayata anlamını O aracılığıyla katmaya çalışmalarımız ve O'nun varlığını sorgulatan   hep insan ve insanın türettiği sorunlardır. Bir şey olmasa, üstüne düşünemezdik ve yazacak bir şey de olmazdı.
21. yüzyılda 'insan' yaşamı pek rezildir. Hisler oyuncak, bedenler satılır olmuştur. İnsanın ne kendine ne de başka bir insana değeri kalmamıştır. Ancak masaüstünde rastlanabilir bu tip değerlere.
İnsan, ruhunu ve vücudunu sanal ve fiziki dünyalar aracılığıyla pazarlar olmuştur.

Boktan hayatımız bizi O'nu sorgulamaya itiyor madem, aradan çıkaralım.

Derler ki yaratan, insanı kendi suretinde yaratmıştır. Bu bize tanrı hakkında ne söyler?

İnsanı tanırsak yaratıcımızı bulabiliriz yani? Atalar ve vahyedildiğine inanılan sözler böyle anlatır.

İnsan doğası bize ne diyor o halde? İnsan nedir, nasıldır?
Bizler; düşlerde güzeli, hayatlarımızda çirkini yaşayan, güzeli kirleten, yok eden sonra pişman olan varlıklarız.
Zarifliği ve yapıcılığı yalnız hayallerimizde sevenleriz. Hayatlarımızda kaba ve yıkıcıyız.

Güdüsel olarak iyiyi ve güzeli isteriz. Masum, dertsiz ve sade hayat fikri neredeyse ortak bir ütopyadır. Bu ütopyanınsa öncesi, sonrası düşünülmez.
Sanırım tanrı cennete böyle yönlendirir.

Tanrı nasıl yaşatır peki?

Yaşamak için türlü yollarımız var. Bireysel ve toplumsal olarak hayatta kalabilmek adına, üremeye ve bencilliğe yöneliriz.
Freud haksız sayılmaz, insan ilişkileri ileri cinsel ilişki arzusuna dayanır. Toplum içerisinde ise en çok kendi emellerimize ve işimize yarayacak şeylere önem veririz.
Kendi düş ve gerçekliğimizi devam ettirmek için başkalarının üzerine basabiliriz, acımadan.
Kimi 'hayalperest'ler ise bunu yapmakta zorlanabilirler. Nitekim insanın hayallerinde yalnız iyilik vardır.

Bencillik pekte yanlış sayılmaz bu durumda. Gerçekliği kavramış olan, kendine yetebilecek bir bencillik ile yaşamalıdır. Kavramamış olanın hali ise pek acıdır.

Doğası bu olan insan için en yaşanılası sistem elbet kapitalizm olmalıydı.
Her şeyin güzel, düzenli ve adil olduğu sistemlerde insan sıkılırdı. Ütopyası ancak iş günü sonrası eve gelip, ayaklarını uzattığında tatlı gelirdi.

Nitekim toplumda 'suç' dediğimiz şeylerin oluşumu da buna dayanmaz mı? İnsanın dinamik yapısının, toplumun, kuralları aracılığıyla dilediği sabit yaşam ile çatışması yaratmaz mı zaten suçu?

İnsan, iyiliği ve kötülüğüyle hayattadır. İnsan, iyi ve kötü olduğu sürece insandır.
Atalarımız tüm mitolojilerinde, dinlerinde ve diğer hayallerinde salt iyi varlıklara kanatlar çizerken, şeytanların hep sivri dilleri ve kuyrukları vardır. Salt kötülük veya iyilik içeren varlıkların adı bir çok şeydir fakat insan değildir.

İnsan iyiliği ve kötülüğüyle dengededir. Birinden biri olmasa, insan yaşamını sürdüremez.
"Rahat mı battı?"daki insanı bulunuz ehehe.

Bizler buysak, ulvi suretimiz nasıldır o halde?
Atalarımızın bulgularından gitmeye devam edeceksek, onlar tüm sıfatların O'na ait olduğunu, göklerde ve yerlerde her şeyin yine O'na ait olduğunu söylerler.

İyiliği ve kötülüğüyle tanrı da bir dengedir.
Tutarlı diyemeyeceğimiz aşikardır. Ne tam iyi, ne tam kötü bir dünyanın varlığı, kaynağın tutarsızlığına götürür bizi. Eğer enerji bir yere kaybolamıyorsa, nerden geldi bu enerji?

Tutarsız tanrının tutarsız çocukları.

Bize işkenceli bir hayatın kaderini, doğamızı böyle koyarak yaşatacak ve izleyecek kadar vicdandan yoksun, üstüne bunu çözüp kendisine kızabilelim diye aklı verecek kadar dürüst bir zalimden bahsediyoruz.

Bir çocuğun saflığında gizli onun vicdanı ve yetişkin kalbin körlüğünde apaçık onun zevki.
Bizler salt iyilik veya salt kötülük içerisinde sıkılırız.

Kendisi pek sıkılmıyor olmalı.

Doğarkenki masumiyetimizi aldığı için pişmandır belki. Masum doğurup, zalimliğiyle eğilten tanrı pek bir kahpedir.

Suçu ancak aklımız yoluyla varsayabildiğimiz bir iradeye atmaksa fazlasıyla kolaydır.
Kahpe insanlık, kahpe doğa.

Boş, bomboş, ruhsuz sokaklarınız ve betonlarınız.
Atmayan kalpleriniz ve pasaklı beyinleriniz.

Bir kahpenin suretinden ancak bu kadar kopya çekebilirdiniz.

Ya sevilmediğinizden sevmiyorsunuz, ya da sevmediğiniz için sevilmiyorsunuz.
Tanrıyla ilişkiniz pek yavandır.

21 Kasım 2014 Cuma

İnsanlığımız

Fazla çirkin.

Oyunlarımız ve oyuncaklarımız fazla çirkin.

Çok şey kaybettik insanlığımızdan ve pek az kazandık yalnızlığımızdan.

İyiliklerimizde bile kötülük aranır oldu ve en safımız, maske takmakla suçlandı.
Son ışığımıza gülme dendi ve kısıtlandı.

Mumlarımız söndü, biz sustuk. Susmasak tadımız kaçacaktı.
Tadımız kaçmasın diye taviz verdik.

Her günümüze belki iyiye gider diye uyanıp, iyiye gitsin diye çabalamayanlardık.
Hep bekler, hep pişman olurduk.
Sustuk.

Haykırmak vardı da sustuk. Uysallaşmak, yola girmek aşılandı damarlarımıza, susacaktık illa.
Susmasak tadımız kaçacaktı.

Tadımız pek acıydı ama hiçe yeğlerdik. Taviz verdik.

Dudaklarımız uyuşur, başımız dönerdi düşünmekten, taviz verirdik.

Ah en iyi, en asil davranışta bile bir kötülük, bir kurnazlık arardık. İnsanlığımızı unuttuk.
Tadımız kaçtı.

Özümüze duyduğumuz saygının alçaklığı, vücutlarımızı hor kullanmamız, dilimizin keskinleşip acıtır hale gelmesi ve nice zihin oyunlarımız..

'İnsan'lık mı?
Çirkinliklerimiz.

Fesatlığın ve güvensizliklerin savunma mekanizmaları olarak yansıması pek mide bulandırıcıdır. Bu hale sokanlar utanmalı.
Ve cehennem sırf onlar varolduğu için, var olmalı.

Kötü olmaya ve boşa kürek çekmeye iten yazısız kuralların ve sözlerimizin, düşünülmemiş davranışların ve manevraların yanması, yanabilmesi için cehennem var olmalı.
Tadımız kaçtı zira, cezasız kalmamalı. Vicdan, bunu buyurur.

Vicdan pek dinlenmez gerçi.
Nitekim taviz verdik. Vicdanımızdan. Vicdan da pek kızgın ve kırgın.

Öfkesi ve hüznü ile sarhoş olur geceleri. Vicdan ancak böyle hafifler.
Tatsız içkilerden tat çıkarır.

En iyimizin bile tadı kaçtı ve en iyimiz bile iyiliğinden taviz verip kötüleşti.
Bu zayıf iradedir.

İyinin uysallığı, şekil alırlığı kötüye yol verir.

O halde iyinin iradesi, hayata her koşulda evet diyebilecek kadar güçlü olmalıdır.
İrade solduran, irade zayıflatan ve iradeleri hiçe sayan modern insanlığımıza inat.

Oyuncak ettiğimiz hislerimiz ve oyun gördüğümüz davalarımıza inat.

İnsanlığımızı kazanmalı ve yalnızlığımızı kaybetmeli.

Kötülüklerden iyilik, çirkinliklerden güzellik çıkarmalı. En çirkinimizin güzellerle süslemeli.
Son ışığı yakmalı ve hür kılmalı.

Mumlar yanmalı ve haykırmalı.
Tadımız kaçmalı!

29 Ekim 2014 Çarşamba

Bayram Bahane

Kulak kesilsin faşist faşizmi yapmayı deneyen kimileri.
Bazı taşları yerine koyacak bu dizelerin sahibi.

Tam bir sene evvel "üstüne çokta düşünmeyin, az neşelenin be olum ehehe" temalı kısa ama özümsü bir yazı yazmıştım.
Bu sefer tam tersi bir fikir yazacağım buraya.

Üstüne çok ama çok düşünün ve asla aranızda yaptığınız bu 'her şeyin farkındayım' mastürbasyonundan mütevellit memnun kalmayın.

Düşünün.

Çünkü kimi söz sahiplerinin tutarlılıkları bulunmamakta. Düşünün ki laflarınız mantık süzgecinden geçsin.
Arabayla giderken kaldırımda bir karakterin arabaya paralel, hoplaya zıplaya geldiğini hayal eden çocuklar misali ütopyanızı haklı çıkarmak uğruna içi boş söylemlere kalkışmayın.

Ütopyaların en tehlikelisi objektif olduğunu ve iyiliği, adaleti savunduğunu iddaa edendir.
Dinler uğruna asırlardır ve bin yıllardır kan dökülmektedir.

Sadece içinde tanrı bulunmuyor diye 'ideoloji' olarak değerlendirilen kimi dinlerin adına da bir o kadar kan dökülüyor. Putlaştırmak yalnız tanrılara yapılmaz.

Kanı döken insandır. Fikirler can yakmaz.

Fikirler yaralamaz, öldüremez. İnsan öldürür.

Fikri anlamamış insan hem diliyle hem silahıyla öldürür.

Yobazlığın nicesi budur!

Yobazların temsilci kabul edildiği tüm dinleri reddediyorum! Yobazlığın bulaştığı her fikir kırıntısı kendine bir yan yol çizer. Fikrin orjiniyle bağdaştırılamaz.

Faşisti bulsa faşiste faşizm yapacak kimi faşistlerinse insanı, devleti ve zamane koşullarında devlet olmanın gerekliliğini anladığını sandığını görüyorum.

Sanı ne kötü bir yanılsamadır!

Kimseye tabii olmadığını, fikirlerinin hayatının rotasını çizdiğini iddaa eden bu faşistlerse kendi putlarını yoldaş olarak yanlarına diziyorlar.

Aynı terimleri savunan atalarını salt bir söylemde bulunmadı diye hor görüyorlar. Tek bir yanlışında silmeye kalkıyorlar.
Oysa bir yanlışın tüm doğruları götürmesinin MEB sisteminde dahi yeri yoktur.

'Gelişim, çağdaşlık, rönesans, reform, cumhuriyet!!' haykırışlarında bulunan bir aydını, ki bu aydın bunun için en zor kararları vermiştir, kendileri aynılarını söylemelerine rağmen köpeklerin enteresan yerlerine layık görüyorlar.
Bu aydınınsa tek hatası, o tek söylemde bulunmamasıdır.

Aydın geçinen kimilerinin düşünmüyor olması fazlasıyla üzücüdür!

31 Mart vakasıyla farkı olmayan isyanların bastırılmış olması üzerinden bu aydının insanlık düşmanı gösterilmeye çalışılması ise ayrı bir ironidir.
Yoksa onlar monarşiyi mi savunuyorlar? Monarşi mi istiyorlar?

Sizler Vahdettin'in soyundan mısınız?
Hayim Naum'un yoldaşlığıdır hakettiğiniz.

O sözde yoldaşlarınız bu halinizi görse utanırdı!
Dünya kendi kafasındaki gibi dönmüyor diye dünyayı yakmak isteyenler fazlasıyla çocukturlar. Girdiğiniz "olgunum, çevremden farklıyım" ruh halinden çıkınız.

Sizler kendinize yoldaş ilan ettikleriniz gibi ileriyi hedeflemiyorsunuz.
Siz dünya sizin yörüngenize girsin istiyorsunuz.

Faşist ilan ettiğiniz fikirlerin gösterdiği ileri ile, mensubu olduğunuzu iddaa ettiğiniz kimi fikilerin ilerisi arasında fark yoktur.
Okumayanın hali pek acınasıdır.

Sizler ilerisinin değil, bir hayalin peşindesiniz!

Bu hayal içerisinde barış, adalet barındırmıyor!

Barış için savaşı hedefleyemezsiniz! Bekaret için sevişilmez!
Savaş hırsını tatmin etmek için fikirler ardına gizleniyor olmak alçakçadır.

Yazacağım, konuşacağım. Sizler uyuşuk birer atsanız şayet, sıkılmadan, yorulmadan at sineği olarak sizi dürteceğim!
Acının getirdiği olgunluk yol göstericidir.

Oturduğunuz yerden dört bin kitap okumuş adamı cahillikle, insanlık dışı olmakla suçlayamazsınız.
Bu insanlık dışı olurdu.

Bir millet olarak, kutlanması gereken güne leke düşürenler olmayı tercihiniz kimilerince hainlik olarak açıklanabilir.
Kulak asmayın, ne yaptınız ki ihanet edesiniz!

Gelişime ve ilerisine katkınız yoktur!

Olsaydı her sözde fikir sahibi kişi ve partiler gibi başka görüşlere savaş açmazdınız.

Sağ sol ayrımını yapıp, fikir faşizmine giren sizler, hakikati kavradığınızı sanmaktasınız.
Oysa hakikat ufak parçaların bir araya gelip, büyük resmi oluşturmasıdır.

Sağdaki ve soldaki kimi fikirler birbirini tamamlayıcıdır.

Ve eğer aydınlığınız buysa, ben aydın olmayı da reddediyorum!

Sırf şuyum, buyum demedi diye bir büyüğünüzü yerden yere vuracaksanız eğer, siz de bir o kadar fikir eğici yobazlar kadar yobazsınız.

Eğer iyi bir gelecek için konmuş iyi rotaları ezmeyi hedefliyorsanız, Kenan Evren'den de farkınız yoktur.
Darbe dediğin gelişimi durdurur. Akan her kan geriye gidişin ön sözüdür.

Bir şeylerin antisi olduğunuzu ve bu barındırdığınız karşıt fikirlerin neler olduğunu anlatabilmek için günah keçisi seçmeyin.
Okuyun ve karşılaştırın. Kimseye kanıtlamanız gereken bir şey yoktur.

İnsan değersiz bir et parçasıdır. Değerini fikri katar.
Hangi fikre sahip göründüğü değil. Fikri katar.

Fikir sahibi olun.
Fikir sahipliği ise ancak bilgi sahipliğinden gelir.

Uğur Mumcu'nun dediği gibi, "Bilgi sahibi olunmadan, fikir sahibi olunmaz".

Bayramları bahane etmeyin. Günah keçileri belirlemeyin.

Düşman sahibi olmayın, dost olmak çok daha kolay.
Görülen zıtlıkların kimi zaman yakınlığın temsilcisi olduğunu hatırlayın.
Zira en karanlık vakit şafaktan hemen öncedir.

Bayramınız kutlu olsun.

20 Ekim 2014 Pazartesi

Yalnızlık 2

Bir anne kızdı, bağırdı. Yarın yoktu.

Bir baba buralardaydı. Yok oldu.

Nice arkadaşlar ve kardeşler helak oldu.
Bugünün varolanı yarın geçerli değildi. Şimdi için geliştirilen tüm düşünme mekanizmaları yerini bir diğerine bırakıyordu kısa sürede.

Bu değişimdi. Değişmeyen tek şey de yine değişimdi.
Her şey değişirken aynı kalanlar ve ilerleyemeyenler adına;

Değişim bokluktur! İnsanın değişimi fazlaca boktandır!

Sevdiğimiz ve örnek aldığımız ailelerimiz bir süre sonra engellere dönüşür.
Öğretmenlerimizse öcülere. Yeşilçamdan fırlama gulyabanilere.
Kahramanlarımız pişmanlıklarımız olur. Hayallerimiz kırıklıklara.
Hepsinin sonu karanlıktır.

Değişimin adaleti ne de keskindir, ne de acımasızdır!

Dolu dolu bir yıl geçiyor, bir hevesli, blog yazıyor hala ısrarla. Aynı adı taşıyan yazısı yıldönümünü kutlayacak yarın, o yazıyor.
Kendisi değişmiş. Artık sorguluyor.

Neye göre, kime göre değişmiş?

Umursamıyor da aslında pek onları. Rahatladığı için yazıyor.
Düşünmekle umursamak arasındaki fark pek incedir.

Buncası hala değişmemiş görünürken, kendine "Değiştim!" diyebilir mi? Çoğunluğun doğruluğunu sorguladı durdu bunca sene, şimdi çoğunluğa hak mı veriyor?

Çoğunluğun her yaptığı doğru değildir. Hem demokrasi diye bir şey var bak. İncelediğinde özünün, azınlığın hakkını yemek olduğunu görüyorsun.

Çoğunluk doğru falan olamaz. Sürüdür o.

Sürüden ayrılanı da kurt kapar. Hah o kurt yalnızlıktır işte.

Yazının ilkinde temelini attığım yalnızlık var ya hani. Dişleri sık ve keskin kurdun tekidir o.

Sürüden ayrılmış olup da sürüye inancı kaybolmamış olan, haliyle kurttan kaçabilip sürünün önüne geçen kimilerinin önünüde güneş keser.

Ancak sürünün önüne geçen aydınlığı görebilir. O ışıksa gözleri kör eder.
Sürüyü güden çobanın yalnızlığı pek parlaktır.

Doğru-yanlışı ayırt edebilme, vicdanen doğru kararları bulabilme gibi amaçlar insanda neden doğar?
Yanlışa uğrayınca neden yanlışa yöneliriz? Bu da adil tarafımızdan geliyor bak. Yanlışı cezalandırmayı pek severiz.
Bu sırada yanlış olsakta.

Bu amaçlar insanda neden doğarı illa nedenselliğe bağlayacak isek, hayatta kalmak derim.
Ölmemek için doğruyu, yanlışı bilmeli, ona göre hareket etmeli.

Hayatta niye kalmalı? Hayat çok mu güzel?
Yaşamanın zevkli yanları yok değil. Peki, zevk almak mıdır hayatı yaşanır kılan? Zevk alınan şey midir doğru olan?

Sevişirken sıkılır mı bir insan? İçerken?

Normal değil bu kulağınıza çalınanlar. Olağan değil.

Bi' kademe ileri alıp, sırf normal gözüksün diye başlığı "Yalnızlık - II" falan da yapmıyorum. Yalnızlık 2 diyorum adına.

Roma mı kalmış bugünde.

Nice yoldaşlar helak olmuş. Değişimin izinde.

Nice insanlar. En çokta insanlık.

Ucuz kalplerin pazarında alışveriş ediyor olmak pek yavandır.

Güzel ve zevkli duran pek çok şeye elimi attığımda, 'hava sıcak' yanılsaması veren güneşin altında denize attığım ilk adımın dondurucu soğuğunu hissederim.

Bunları amaç ve araç haline getirmeyenin yalnızlığıysa pek karanlıktır. Kurdun midesi pek kötü kokar.

Kiminin cennet dediği bu karanlıkta, kurda yem olanın hali acınasıdır.

İşte budur yalnızlık!
Cennet ve cehennem.
Ancak heves atlarının taşıyabildiği ağır bir fayton.
İsteyerek giyotin altına yatmaktır.
"Bırak abi neyi dert ediyosun yaa"dır aynı zamanda.

Kurt ve güneş.

Normal akılların eremediği, bu sebeple popüler olmaktan pek uzak bir ruh halidir.
Kiminin içinde olduğunu sandığı ama asla ulaşamadığı.

Aklın ermesi için fazlaca deli olmanın gerektiği bir bilinç.
Sanılanın aksine yoğun aptallık gerektiren eylemler bütünü.
Kimince melankolik, kimince mutluluk.

Ben ve o.
Yalnızlığım.

2 Ekim 2014 Perşembe

Oyun Hamuru

Tarih, kısır bir döngü müdür?

Tarihçilik işinin kazanana düştüğü bu çağda asıl tarihçiliğin pek faydasız olmasına rağmen bilim olarak okunmaya, okutulmaya devam edilir.

Tarih neden bilimdir?

Bilim nedir? Bilim, keşfetmektir. Bulduğu doğa kırıntılarını lehine harcamaktır.
Oluştan çıkarım yapmak, bunu kullanmaktır.

Tarihten ders çıkarırız. O halde tarih bilimdir. Peki yeteri kadar ders çıkarır mıyız?
Yoksa tarih tekerrürden mi ibarettir?

Tarih bir tekrar zincirinden ibaret ise, yazılı tarih doğru mudur? Tekerrürden emin miyiz?
Tarihi kazananın yazdığı bir gerçeklikte kazananın doğrularıysa nesillere aktarılan, doğru doğrudan, gerçek gerçeklikten şaşmaz mı?

Yolları soru işaretleriyle çevrili mezarlıkların hükmettiği bir çağdayız. Zengin mezar taşları. Peki bu çağda gerçek nedir, doğru nedir?

Gerçek, insan zihninin en sevdiği oyuncağıdır. Oyun hamurudur.
Doğrular ise bu hamurun şekil almış halidir. Doğal olarak her gerçeğin şekli kişiden kişiye değişir.

Lakin mantık desteğiyle yoğrulan hamurların geleceği şekil ortaktır.

100 metreyi 9 saniyede koşan insan ile 30 saniyede koşan insan için kendi tarzları var, öznel koşuyorlar diyemeyiz.
30 saniyede koşan insan için antremansız, gelişmemiş demeyi yeğleriz.

O halde gelişmemiş mantık ve öğrenilmemiş bilgiler için de bir öznellik durumu söz konusu değildir.
Antremansız zihin demeyi yeğleyiniz.

Tam bu noktada tarihin tekerrürden ibaret olduğu doğrusunun gerçekliğini doğruluyorum.
Antremansız milyarlarca zihnin boş suratlarını her gün sert çehremle karşılıyorum.

Her gün; barınak, ulaşım, iletişim hileleriyle pilleri çıkarılmış beyinlerin, fast food, sigara, alkol tüketip, ev, araba, kadın, erkek gibi yeni hedefler koyduğu tekdüze hayatlar yaşadığını gözlemliyorum.
Ah, gübre üretimini unutmak onlara bir hakarettir!

İşte bu çağın doğrusu budur! Nihayetinde gerçeği de budur.

Gerçek, olması gereken değildir lakin olandır. İnsansa olanı zevkine göre görür. Bu doğruları ortaya çıkarır.

Her doğrular bütünü bir gerçeklik üretir.
Bu gerçeklikler peşinden milyonları sürükleyebilir.

İnsan zevk aldığı şeyi ister ve istek insanın şekil verme kabiliyetidir. Zevkini mantığıyla sınırlandıramayan iradeler yine zevk peşinde koşan (koştuğunu sanan) milyarları üretmiştir. Nesillere aktarılan budur.

Zevkini almak için şiddete başvurabilecek bencillikte gözü dönmüş iradeler, uysal ve sosyal düşünen iradelere üstünlük kurmuştur. İşte onlar kazananlardır.

Tarihin kazananları onlardır.

Bu iradelerin torunları, varolan gerçekliğin kaynağı zevki suistimal etmektedirler. İşte buda kapitalizmdir.
Kazananın daha çok kazandığı, kaybedenin dibe vurduğu bir düzen.

İyiliğin budalalık sayıldığı bir düzen.

İşte kör kuvvetin gücü budur! İyinin kılıcı yalnız düşmanını keser, hatta düşmanına dahi tereddüt eder. Zira onun düşmanı karanlıktır. O aydınlatmayı sever.

Düşmanını insan dahil olmak üzere dünya bellemiş kılıçlar önüne geleni kesip, ganimetini toplarlar.

Onların zenginliği ve kazancı budur. Yazdıkları tekerrürlü tarih bu gözü dönmüşlüğün ve cehaletin ürkek stratejilerini anlatır.

Onlar oluşan adalet kılıçlarının önünü din, felsefe, bilim gibi kavramlarla köreltip, rezil ederler. Toplumsa yeni oyuncaklarına sevinmeye hazırdır.

Cam yapım lambalara gücü yeten bu balyozların kıramadığı metal lambalarsa yüzyıllardır ışımaktadırlar.
Işıyan bu fikirler pek aydınlık olsa da gerçektirler. Ve gerçek, insanın görebildiği kadar gerçektir.
Gerçek algısını doğru-yanlışlara dayandıran bu şampiyonlar pelerinleriyle gerçeği örterler.

Onlar sapmışlardır ve saptıranlardır.
Sapmayı reddeden irade terörist olur. Bu antik canavara karşı gelmek düşmanlıkla suçlanmak demektir.
Canavarın dişleri saptırdığı insanlardır. Onlar pek keskin, pek yobaz ve pek şişmanlardır.

Fazla yer, fazla sevişir, fazla ister ve pek az değişirler.

Karanlığın gölgesinde yaşarlar.
"Karanlığın gölgesi olmaz!" diyemezler.
Bu diyememe hali gölgedir.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Gürültü İnsanları

Gerçekliğinden, iyiliğinden ve işeyararlığından emin olmadıkları şeyleri düşünen, dile getiren ve bundan mütevellit yanlış yönlendiren topluluk. Kişi sayısını bulmak için toplam nüfus içerisinde kaç kişinin bu topluluğa dahil olmadığını araştırmak daha kestirme olacaktır.

Niçin yanlış yönlendirirler? Bunun için önce yanlışın doğrunun ne olduğu tanımlanmalı. Bilgi peşindeki insan için yanlış, gerçekten uzak olandır.
Ve insan bilgiyi kovalarken büyük çoğunluğu çağlar boyu hep bilgiden kaçmıştır. İsimlendirmeye, anlamlandırmaya çalışırken bilgiyi kaybetmiş, kendini yarattığı kayba hapsetmiştir. Bu kayıp hali, insanlığa özgü bir kültüre dönüşmüştür. Yan anlamların oluşturduğu bir kültür. Yanlış denemeyecek ama gerçekte olmayan çarpıtılmış gerçekler bütünü. Öğrenmekte olduğumuz ve çocuklarımıza öğrettiğimiz.

Gürültü insanlarıysa bu hapishanenin gardiyanları görevini üstlenirler. Bilgi sevdalısı olupta (kültür değil), gerçeğe ulaşmaya çalışan insanı yaşamı süresince yapayalnız hücrelere tıkıp, nesiller sonra baş tacı eden bu gardiyanlar salt bilgi artıklarıyla beslenirler. Mahkum ettikleri bilgelerin düşüncelerini ve hesaplarını kültürleştirmek, değerini minimuma indirip herkes için anlaşılır hale getirmek (ki bu korkunçtur) bilgelere yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Zira hayatlarını adadıkları bilgi arayışı ve zamanlarını yatırdıkları kitap bankaları anlaşılamaz hale gelmiştir.
Gerçekten sapmak yanlış bir şeydir.

Gerçeğe ulaşmak ve gerçek üzerinden sohbet etmek ise içgüdüsel sebeplerle doğrudur. Değerlerimizi yıkar baştan yazarsak, iyi ve kötüyü yine aynı parçalara ayırdığımızı görürüz ve haksızlık etmek kötü bir şeydir.
İnsanın gerçek arayışı insanla aynı yaştadır. İnsanın hikmeti bir levhaysa ve hikmet bedene özgüyse, vicdan insandan önce doğmuştur.

Haksızlık en çok filozoflara ve dinlere edilir. Bağnaz dinli toplum içinden çıkma dehaların bu eleştirilerini tam değerlendiremeyen gürültü insanları, özünde masum, kültürünce cani dinleri de eleme mantığıyla felsefe ve ilim dışı ilan ediyorlar.

Gürültü insanları engeldir.

Gürültü insanı boştur.

Gürültü insanı seraptır.

Gürültü insanı üretemez. Ancak ordan burdan arakladığı yanlış bilgilerle yorumlar getirebilir. Bunu eğitim sistemleriyle çocuklarına aktarır. Sonucu ise bozuk bir 21. yüzyıl olur. Vebalini çekmek ise, doğal bir şekilde gerçeğe yönelen, evlatlarına kalır.

Bencil yetişkinler ve gürültü insanları.

Bencillik asla ve asla sahip olduğunu korumak veya hakkını almak değildir. Bencillik başkasındakine göz dikmektir. "Ben" sınırlarını bilmemek.

Şayet bugün tüm insanlar tek bir yasalar bütünü altında birleşmiş olsa ve yasalardan biri emin olunmayan şey hakkında konuşmanın yasak olması olsaydı, mahkum bilgeler halk, halk ise mahkum olurdu.
Haklı hakkını almış, gürültü insanı hakettiği yeri bulmuş olurdu.

Bilgiye sahip insanın yalnızlığı, bilgiye ulaşma isteği körelmiş gürültü insanlarından gelir. Yirmi birinci yüzyıl ise bir köreltme operasyonudurr. Yirmi birinci yüzyıl kapitalizmin zirvesi ve madde, materyal odaklı insan yaratımının zirveye en yakın olduğu zaman dilimidir.

Son zamanlarda gürültü insanları dünya genelinde bir sekülerizm hevesi yayarak okullardaki din derslerini kaldırmaya başladı. Dinler materyalizm ve kapitalizme karşıdır. Zira ahlak, erdem ve madde ötesi şeyleri savunurlar. Çıkarcılık, hırsızlık, para dinde hedef değildir. O halde yirmi birinci yüzyıl operasyonunun başarıya ulaşması için dinler ortadan kaldırılmalıdır.

Gürültü insanları öyle korkunç şekilde üremişlerdir ki bugün "insan" dediğimizde akla gelmektedirler. İnsan bu değildir.
Bin yıllar içinde insanlık bu konuma gelmişse eğer, belkide insan budur. Bu durumda vicdanını dinleyen bilgelerin üstinsan mevkisine yükseldiğini görürüz.

Ancak eğer vicdan doğuştansa, insan bu değildir.

Gürültü insanlığı vicdansızlıktır.

Gürültü insanı bilgi dağına tırmanan sevdalının başına zirveden başlayarak gelen çığdır.

Mevcut bilgilerimiz elimize gürültü insanlarınca ulaştırılmıştır ve şüphe edilmelidir.
Öğretmenlerimize kuşkuyla bakmalı, en acımasız sorularla onları sıkıştırmalıyız.
Hayat sorguladığımız kadarı ile anlam kazanır.
Gürültü insanlarının çarpıtılmış anlamları ilgimi çekmiyor.

İlginizi çekmiyor.

28 Ağustos 2014 Perşembe

Helal Kardeşime

Cidden.

Senin gibisini gördüm. Bolca gördüm hemde. Doğduğum günden beri etraftasın. Hala aynısın ama bak, hiç değişmedin.
Laf salatasısın hala. Hala bi boka derman olamadın canım kardeşim. Kardeşim evet. Abi, teyze, nine yaşında da olsan kardeşimsin benim. Anla seni nasıl sevdiğimi.
Merak etme ama İngiltere'deki de kardeşim benim, Brezilya'daki de. Ayrımcılık yok yani rahat ol.
Merak etme dünya vatandaşıyım ben de.

Ama dile getirmeye utanırım bunu. Sırf sen kendini dünya vatandışı görme bilincine ulaştığından mütevellit kendinde ülkene, milletine bok atma hakkı gördüğün için utanırım. Sen dünya vatandaşı falan olma canım kardeşim, derbi izle.
Git stadyumda izle hatta kardeşim, biletini ben alıyorum.

Senin gibi milliyetçiliğe fanatizm gerekçesiyle karşı çıkan ama takım/ideoloji fanatikliği yapan sözde aydınları görünce tiksiniyorum kardeşim, midem kalkıyor.
'Siyaset yapıyorum ehulehelelhelhe' diye adlandırdığın 'dünya görüşü' tartışmalarının o an bittiğini sandığın için helal sana. Helal kardeşime.

Dünya görüşü bak kendin diyosun, yaşaman, yaşatman lazım. Bolca tartışman, doğruluğunu sorgulaman, yeni bakış açıları kazanman lazım. Üzgünüm kardeşim sen yatıyorsun. Yıllardır aynı yerdesin kardeşim. Ona buna dar görüşlü damgası vurmanın sebebi bu yüzden. Kendi bokunu ört bas ediyorsun sen. Helal sana.

Tartışmadan kaçıyorsun sen, 'o bilmez, o mal, o anlamaz, o ne alaka'. Diyorsun ki 'beni anlamıyorsan konuşmayalım'. Suçu karşıya atıyorsun kardeşim. Sen en doğrusun ya hani. Sözde hoşgörüyü, vatanda cihanda sulhü savunuyorsun. Helal sana.


                    Şair diyor ki hiç kavga etmez, tartışmazsan kendini ne kadar tanıyabilirsin?

Önyargıyı ve haksız yargılamayı, eleştirdiğin gerekçesiyle, kendini es geçip illa başkasında arıyorsun. Kötü diye nitelendirdiğin özellikleri başkasında görüp yeriyorsun. Sen de insansın ama be kardeşim, şu kendini çöz artık.
Kendinle konuş, kendini analiz etki başkasını anlayabilesin. Sen başkalarını anladığını sanmanın peşindesin, anlamak falan istemiyorsun. Başkasıyla sadece kendi haklılığını ortaya koymak için tartışıyorsun sen.

Bu tutarsızlığının iki açıklaması var. Ya bilinçli bir şekilde bir şeye belli koşullarda karşı çıkacak kadar vicdansızsın, adalet yoksunusun ya da yönlendiriliyorsun ve sorgulamıyorsun.

Vicdansız falan değilsin sen. Özgürlük, adalet diye konuşan adamın vicdansız olma ihtimali yok. O yüzden senden umutluyum ya zaten kardeşim. Ne olur aç şu gözünü.

Özgürlük, adalet, devrim diye önüne konulanların ne kadar alakasız olduğunu gör, ne olursun lan.

Koşullu hoşgöründen ve savunmandan vazgeç artık.
Kürtün savaşçısına devrimci deyip kendi askerine katil deme artık.
Kürt 'kelimesini' canın pahasına koruyup, toz kondurmayıp, Türk'e laf söyleme sebepsiz. Tersini de yapma.
Aleviye, Laza, Çerkeze mal şu bu diyebilipte, Kürte Türke meydan okuma.
Bu ülke kurulurken 'Türk'ün belli bir kesime, ırka hitaben söylenmediğini, lafta da kalmadığını, bugün düşman ilan ettiğin kesimlerin atalarının yanyana, savunduğun 'ırklar'la birlikte ortak düşmana karşı savaştığını gör. Bakma artık, gör.

Şu sevdiğimin internetinin hayatına toplumundan, okulundan çok etki ettiğini gör ulan artık. Toplumun tabuları, şu bu bilmemne. Senin en büyük tabun internet, televizyon. Ama sorsam tüm tabularını kırdın, toplumunun ötesine geçtin. Helal olsun sana.

Bu ülkede, aynı sınırlar içerisinde olup fiili ayrımcılığı tadanlar var  ve bu öyle çocukken saklambaç oynayan tayfanın seni dışlaması gibi bir şey değil.
Durumun vahimliğini bilmeden, acı çekmeden büyüdüğün şu kısa hayatında oturduğun yerden mobil verini açıp, toplulukları, milletleri gerizekalı, salak, mal ilan edemezsin. Lügatını severim senin.

En büyük derdi alamadığı ayakkabı, çıkamadığı balık, bir türlü doyuramadığı gözü, tavlayamadığı kız/erkeği olan aydın, modern karşılanan sözde laik geçinen ama dine de devlete de saygısı olmayan bu kolpa siyasetçiler getiriyor bizi bugüne. Twitterda iki retweet atıp, bir kaç bişey yazınca olaya kayıtsız kalmadığı yönünde tatmin olan bünyeler yetiştiriyoruz her gün. Helal olsun bize.



V for Vendetta izledikten sonra "İnsanlar otoriteden değil, otorite insanlardan korkmalıdır" sözünü paylaşınca o düşünceyi oturtmuyorsun hayır. Harekete geçmelisin.
Harbiden siyaset yap.
Çay içerken ettiğin muhabbete siyaset deme artık. Kendine şu politikacı ünvanını uygun görme.
Yaşını, tecrübeni kabullen.

Bırak artık şu ben bilirim, her şeyin farkındayım ayaklarını. Bugün bile devlet büyüğü diye geçen yaşlı başlı, tecrübeli adamların sırf gerizekalı oldukları için bulamadıkları, düşünemedikleri şeyleri bulup, düşündüğünü savunuyorsun. Helal olsun sana. 

Bu nesil çakma bir irtica, şeriat düşmanıyla büyüdü. Korkarak.
Önce bu tabuyu kıracaksın sen. Dinini sana Hollywood'da verilen şekliyle tanımlayıp reddetmeyecek, araştıracaksın. Tezini de anti tezini de okuyacak güzel bir sentez yapacaksın.
Öyle tek kaynaktan sekülerist olmayacaksın.

Yapacaksın ki kandırılmayasın. Din istismarcılarına kurban gitmeyeceksin. İstismarcılara kurban gitmek illa onların peşine düşmek anlamına gelmiyor. Dini o sanıp karşı çıkıyorsan yine kurbansın.

Din kabul etsen de etmesen de insan hayatının en önemli konusu. Zira hislere, duygulara ve inanca hitap ediyor.
Din hislere, hisler insana yön verebilir. O sebeple ki araştıracaksın.
Araştırman bir ömür sürecek. Ama araştırdıkça bambaşka şeylere de cevaplar bulduğunu göreceksin.
Twitterda takip ettiğin on bin takipçili satın alınmış siyasi trollerde bulamayacağın cevaplar.
Ve kendin bulmuş olacaksın bunları.
Don Kişotluğu bırakacaksın canım kardeşim. Kafanda kurduğun yel değirmenlerine savaş açmak yerine değirmene girip bakacaksın savaşmalı mı diye.

Önce teslim olacaksın, hiçbir şey bilmediğini kabul edecek, öyle bakacaksın. Herkes kadar insan olduğunu idrak edeceksin. Bileceksin demiyorum, idrak edeceksin.

Yine de aldanma bana, televizyonda görsen de aldanma.
 Özetle
Onu bunu yerene aydın, inanana yobaz demeye devam et.
Lahmacundan utan, pizzadan şikayetçi ol, waffle'a tap. Sekülerist ol, dinmiş gibi manifestona ibadet et. Sol sağ ayır, Türk Kürt savaştır, hükümet karşıtı ol, teröriste devrimci de, doğuyu yer sonra dağlara gel dağlara. Kadın erkek eşit olsun ama beyim pek yumuşak, aa kıza bak delikanlı gibi ıy.

Uzaktan tutarlı dursan da için benim odamdan beter ehehe.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Şeklini Şemalini

Selam ben yirmi birinci yüzyıldan desteksiz retorik, naber?
Okulumun molada olduğu şu sıra hayatımı türlü kafelerde gereksiz muhabbetlere girerek, çoğu gece bilgisayar başında sabahlayarak geçirmekteyim. Oldukça da zevk alıyorum bundan.

En büyük zevklerimden biri Instagram'a, çekmek için giyinip, saatlerce uğraştığım fotoğrafları ne kadar çirkin olduğumu belirten açıklamarla yüklemek. "Hayır yaa çok güzelsin" yazan erkekler de olmasa ne yaparmışım haha.
Sosyal medya demişken, her sitede hesabım vardır. Bu sitelerde ne kadar yalnız olduğumu belirtir, oltaya düşen erkekleri de görmezden gelirim.
Laf lafı açıyor valla, erkek demişken, eski sevgilimin profilini devamlı olarak stalklamaktayım. Takip ediyorum yani, stalklamak ney bilmiyor muydun cidden? 9gag okumayan insan mı olur ya lol.

Soran olursa ateistim. Kimse inanmak zorunda değil ayrıca Allah varsa Afrikadaki çocuklar neden aç? Hani merhametli Tanrı? Evet canım, afrikadaki çocukların binyıllardır bu halde olduğuna inanıyorum beğenemedin mi?
Hem bilim varken Allah neymiş ya.
Ateizm başı ve sonu olmayan bir evreni savunuyormuş ama bilim büyük patlamaya kanıtlar bulmuş. Ne çelişkisi ya aman agnostik de geç o zaman, irdelediğin şeye bak.
Ve AKP fazla kötü bir parti. Yobaz müslümanlar işte ne beklersin. Hepsinin her dediği yalan olmak zorunda çünkü kötü adamın dediği yanlıştır. Düz mantık canısı.

In may bedrum şarkısı çok hoş değil mi? Sözlerini anlamıyorum ama eğlenceli bir şarkı. Bozulmakta olan ahlakla ne alakası var erotik yabancı şarkılarının yahu.
Ahlak demişken ne yani aşık olmayalım mı? Zaten sevgili bile zinaymış rofl. Yani müslüman olduğunu iddaa eden ninem öyle demişti.

Bu arada komünistim ben. Sosyalistte olabilirim. Tam detaylarını bilmiyorum ama Marx, Lenin falan çok iyi adamlar. İsmini verdiğinde direk aydın muamelesi görüyorsun, o halde ben de sosyalistim ehehe.
Ayrıca şu manifestoyu okuduğunu söyleyen çocuk çok tatlı, benden de hoşlanmışa benziyor.
Kahrolsun emperyalizm hacı ya. Gerçi Stalin "tek ülkede sosyalizm" diye bir politika üzerinden tüm dünyayı fethetmeyi hedefliyormuş ama olsun, SSCB anti-emperyalist bir ülkeydi. ABDye düşmandı yani, ABD finanse etti SSCB'yi iddaaları yalan. Belgeler, deliller ise el yapımı.

Sosyalizmin olması için sekülerizm şart ayrıca. Din falan neymiş ya, hepsi kaldırılmalı.
Bana sorarsan baş örtüsü falan çağdışı ama hoşgörüsüzlük çağdışı değil. Kürtler de ölsün bu arada.
Hem hoşgörüsüz hem ırkçıyım evet, arkadaşlarım da böyle.

Her gün belirlediğimiz kafemizde buluşur arkadaşlarla bunları konuşuruz. Şu müslümanlar da ne salak değil mi, kitapları Kur'an'ı okumuyorlar, oysa tamamen nefret söylemleriyle dolu bir kitap haha.
Ne dedin duyamadım, Lenin "silahlı işçiler" vasıtasıyla komünizme karşı çıkanları yok etmeyi mi hedefliyormuş? Beni inandığım dinin detaylarını bilmemekle, manifestolarını okumamakla suçlayamazsın çünkü o ideoloji tamam mıaa? Din değil.
Sense komplo teoricisi manyağın tekisin.

Arkadaşlarım ve ben en doğruyuz.
Herkesin eşitliğini savunuyoruz sözde ama bir araya geldiğimizde hangimize yavşayan erkeğin daha yakışıklı olduğunu tartışıp, egolarımızı tatmin ediyoruz.

Herkes eşit tabii. Milliyetçilik neymiş arkadaş? Türkler de ırkçı zaten bırakın kürtler devletini kursun yahu, diktatör müsünüz? Atatürk de öyle zaten. Dersim neymiş ya utanıyorum burada doğmuş olmaktan.

New York'ta falan doğmuş olsaydık ne iyi olurdu değil mi? Ne sandın, işime geldiği kadarıyla anti-kapitalistim ben.

Kapitalizmden söz etmişken söyleyeyim. Polo tişört giymeyen arkadaşlarımla ilişkimi kesiyorum. Fakir misin arkadaş banka soy yine al haha. Sanırım "ekmek yoksa pasta yesinler" diyen zengin ve bilgisiz tarihi şahsın torunlarından biriyim.

Olsun tüm bunlara rağmen komünistim, sosyalistim, anti-emperyalistim, seküleristim, ateistim işime gelmezse agnostiğim, sokakta Kürt görürsem yolumu değiştiririm ama onlar iyi insanlar bırakalım devlet kursun, Kur'an okuyana da okumayana da yobaz derim affetmem ancak kendi dinimin kitaplarını dahi okumadım, araştırmadım, ideoloji bu arada din değil,.
Emperyalizmin tam da istediği insanım. Gelecekte ülkemin yetişkini olarak ülkemi temsil edeceğim.

Kültürümü batı, dinimi "aydın olmak"" yanında kakalanan sekülerizm ele geçirdi.
Kendime ait söyleyebileceğim çok şey yok. Düşüncelerim, heveslerim ve devrimlerim laboratuvar yapımı.

Eğitim sistemi beni ezberciliğe iterek sorgulamamı azaltıyor biliyorum. Ancak kaybettiğim vakitlerde kazanabileceğim bilgileri öğrenmek için bir atılımda bulunmuyorum. Onun yerine günün her saatini Whatsapp, Facebook gibi yerlerde geçirmek daha keyifli.

Ben Türk genciyim. Atatürk'ün Gençliğe Hitabesinde belirttiği ilim sahibi, kudretli Türk genci tanımından çok uzağım. Hoş, Ata'ya da uzağım. Malum, diktatördür kendisi, o olmasa ben yine olacaktım.

Ben Türk genciyim, ülkemde gözü olan artniyetlilerin rahatça işgaline olanak sağlamak üzere manipüle edildim, kırılganlaştırıldım. Yetişkinlik evresine girdiğimde ise evlenmeyi düşünmüyorum. Bağlanmaya karşıyım ancak dizilerimden beni ayırmayın.

Ben Türk genciyim, kendime medyanın düşüncelerimizle oynadığını itiraf edebiliyorum. Hayat felsefemi kurarken yardım aldığım kaynakları en çok vakit geçirdiğim yerlere göre belirliyorum. İnternet, televizyon ve radyo ile ailemizden ve okulumuzdan daha fazla vakit geçirdiğimize de hak veriyorum.  Hak veriyorum yani manipüle edildiğime.
Ancak anlamlandıramıyor, örnek bulamıyorum zira hak vermek ile kavramak/katılmak farklı şeyler.

Türk genci mi demişim? Türkler ırkçıdır. Ben aydınım.
Sırf solcu ve ateist olduğumu iddaa ettiğim için aydınım. Sağcılar yobazdır. Sol ve sağ olarak düşünceleri ayırır toptancılık yaparım. İki tarafın  karışımı ise söz konusu dahi olamaz. Objektif düşünemem ben. Bilimciyim ama bilim de bilmem aslında.

Ah ah, ben yinede Türk genciyim.
Gerçekten uzağım.
Gerçeği bulmam engellendi. Farkında değilim.
Bu sebeple gerçeğe ulaşmaya da çalışmıyorum.

Ben Türk genciyim. Yanlış yoldayım, araştırmıyorum.
İlim Çin'de değil, hemen parmaklarımın ucunda. Ama gidip almıyorum.
Pişmanım.

Şeklimi şemalimi..

24 Temmuz 2014 Perşembe

Zaman, Denge ve Kavramlaştırma

Sen varsın. Hep oldun. Hep de olacaksın.

Zaman geçecek, sen kalacaksın. 7nde neydiysen 70inde de o olacaksın.
Birçok şey görecek, deneyimleyecek ama olaylara hep 7 yaşından bakacaksın. Kendini bildiğin vakte değin bilinçaltını inşaa etmiş olacaksın aslında. Yani, zar zor hatırladığın ilk 5 yaşının gerçek değeri bu olacak.
İçinde bulunduğun hal ve koşullara bağlı olarak karakterinin temeli atılacak.
Yoksulluk içinde büyümüş ve ebeveynlerin bunu sık sık dile getirmişse hayatını para kazanmak üzerine inşaa edeceksin.
Sürekli "evladım sen çoğu çocuktan şanslısın, ileridesin" benzeri cümleleri duymuşsan, kibir sahibi olacak, insanlara yukardan bakacaksın.
Sevgi yoksunu bir aile ise içinden geldiğin, sevgiyi kovalayacaksın ve bunun yanında bolca da kalp kıracaksın.
Bir ömür boyu.

Bebekliğinde edindiğin bu rotalar gereğince çocukluğunu, ergenliğini, yetişkinliğini ve en nihayetinde yaşlılığını rotanda en uca gelmek için yaşayacaksın.

Gençken büyük arzu ve tutkuyla bağlandığın bu rotaya yaşlandıkça anlam verememeye başlayacaksın. Boşluklar doğacak.
Her şeye rağmen, sen sensin ve hep olacaksın. Zaman geçecek, değişeceksin.

Gençken vaktin, enerjin, sağlığın olur, her şeyi yapmaya gücünün yettiğini hisseder ama bocalarsın. "Her şey" için gerekli bilgi ve tecrübeye sahip değilsindir zira. Onları elde ettiğinde de ne vaktin ne sağlığın kalmış olur. "Her şey"e ulaşamazsın.

Bence bu en az altın oran muhteşemliğinde bir dengedir.

"Bugünkü aklım olsa ah neler yapardım.."

"Bugünkü aklım olması için önceki hatalarımı yapmam gerekliydi"

70 yaşındaki aklın 7 yaşındayken olsa her şey daha iyiye gidebilirmiş. Lakin aynı anda hem sonda hem başta olamazsın.
İki muhteşem yeti birikintisi aynı anda bahşedilmez sana.

Bu denge yalnızca yaşlılık-gençlik ikilisine özel değil.. Türlü ikililerin bazı elemanları bazı şeylere sahip iken, yoksunu olduğu şeylere diğer elemanlar sahip olabiliyor.

Örneğin, ayak sporlarında başarılı biri başka spor dallarında bocalıyor olabilir ve bu bocaladığı dallarda da sen başarılı olmuş olabilirsin.

Veya aptal sarışın deyimindeki gibi, dış görünüşün harikulade güzellikte olabilir ama bunu dengeleyecek bir aptallığa veyahut görünmeyen türlü kusurlara sahip olabilirsin.

Yoksulluk içerisindeki bir insanın mutluluk eşiği daha kolay ulaşılabilir iken, bir zengininki çokça yüksekte olabilir.
Bu denkleme sonradan kazanılan yoksulluk ve zenginliği dahil etmez isek tabii, onlar şüphesiz ki istisna durumlar.

Denge her yerde, her şeyde vardır.
Bazen kendini fazla kötü veya fazla iyi gördüğün bir yanılsamaya düşersin. O zaman dengelerini göremez hale gelmişsindir, dengenin denklemi zamanda kurulmuştur.
Öyle zamanlar olur ki, geçen zaman çok güzel veya çok kötüdür. Zaman ilizyonu sana dengelerini şaştırmıştır. Öyle bir halde denge denklemi zamanda kurulur.
Çıkıştaysan aynı oranda inersin, keza inişteysen de aynı oranda çıkarsın. Veyahut bir orta oranda dengelenirsin. A zamanında zirvedeyken, B zamanına geldiğinde dipte olabilirsin. Bu 1-2 ay da olabilir, bir ömür de.
"İnsan hayatı iniş ve çıkışlarla doludur" gerçekten de. Olduğun yerde saymazsın hiçbir zaman.

Bahsettiğim denge, insanın iyi ve kötü yanları, kabiliyetleri ve beceriksizliklerinden ibaret değil.
Bu değişkenlerin birbirini örtbas edebilmesinde.
Muhteşem sese sahip birisi, belki görece kötü bir fiziğe, pozitif bilimde ilgisizliğe, toplum içinde çekinmeye, özgüvensizliğe sahip olabilir. Lakin sesi yüzyıllarca dinlenecektir.

Göçebe (ki çoğu zaman kovularak), itilme kakılmayla, hak yenmesiyle dolu bir hayat geçirmiş biri pozitif bilimde çokça iyi olabilir ve insanlığa adım attırmakla kalmamış, çağ atlatmış olabilir. Hakettiği değeri yüzyıllar sonra görmüş de olabilir.
Nikola Tesla gibi. Tesla, buluşlarıyla insanlığa yardımcı olabildiğinden mütevellit maneviyatı doygun ölmüştür. Yaşadığı felaketlere rağmen. Bazı insanlar böyledir, sadece iyi şeyler yapmaktan mutlu olabilirler.

Denge..

Dengeyi bilmek ve görmek günümüz sorunlarını çözecektir lakin biliçli veya bilinçsizce hazırlanmış bir sistem bizlere denklemleri ancak matematikte kurabileceğimizi öğretti. Oysa denklemler ve dengeler, duygu ve akılda da kurulabilir.
Yine matematikte gördüğümüz mantık sisteminin aslen felsefi tartışmaları kolaylaştırmak amacıyla bulunduğunu da ancak sonradan öğrenebiliyoruz.
Günümüzde insana biçilen paha budur.

Yüzeysel bir öğrenim > mesleki diploma > çalış- para kazan ve patronuna kazandır > harcayarak yine patronuna kazandır > ölümüne yakın emekli ol

Oysa dengeleri görebilen ve tartışmalarını mantık sistemi dahilinde yapan bireylerin oluşturduğu toplum asıl "medeniyet" olacaktır. İleri gidecektir.

Mantık, matematik kavramına dahildir lakin kullanım alanları belirtilmediği, matematik işte deyip geçildiği için sorun teşkil etmekte.

Her kavramda yaşıyoruz bu sorunları ve aslında toplumsal ve uluslararası alanda yaşadığımız sorunların sebebi de bu kavramsal sorunlar
Kavramlaştırdığımız şeylerin ne işe yaradığını, neyi çözümlediğini unutuyoruz.

Sayıları yalnız matematiğe indirgeyip, kimyasal problemlerde sayı görünce "AA AMA BU MATEMATİKTİ" diyoruz.

Oysa yalnız "evren" vardır ve onun çözülmüş dengeleri. Tüm kavramlar birdir. Bunu unutuyoruz.

Komunizm, kapitalizm gibi kavramlar, fikirler bulup ayrılıyoruz. Birkaç nesil sonra niye ayrıldığımızı unutup, bu kavramları yalnız yine bizim yarattığımız düşmanlıklardan ibaret sanıyoruz.

Felsefe diyoruz, din diyoruz. Dinlerin felsefe olduğunu unutuyoruz. Kimsede gelip düzeltmiyor.
Yine felsefe diyoruz, bir de günümüz yaşamına dahil ettiğimiz kavramları ele alıyoruz. Aralarına keskin çizgiler çekilmiş.
Oysa henüz söyledik, tüm kavramlar ancak tek bir varlık bütününün parçalarının isimlendirilmesinden ibaret.
"Felsefe yapma yaa" diyerek birinin ne kadar saçmaladığına dikkat çekiyoruz zaman zaman.

Sağ diyoruz, sol diyoruz. İki taraftan işe yarar fikirleri toplayıp kendini geliştiren adama : "Sağcı mısın, solcu musun? Senin aklın karışmış. Daha çocuksun" diyoruz.

Toplumun hurafelerine MEB'in din tanımını ekleyip adına İslam diyoruz. Bu tanıma uymayan müslümanlara "sen nasıl müslümansın !!11!" diyoruz.

Kimi kavram için yüzyıllar, kimi için onyıllar ve kimi için birkaç ay yetebiliyor anlamını yitirmesine ve müritlerinin kaosa sürüklenmesine.

Zamanın kavramların anlamını boşa çıkarıp yalnız ayrılık bırakması ve insanın isterse müthiş disiplin ve başarı sağlayabilmesine rağmen yaratmış olduğu kendi içinde tutarlı fakat bir o kadar da bilinçsiz sistemler yine bir dengenin varlığını düşünmeye itmiyor mu?

İyilik ve kötülük, kabiliyet ve beceriksizliklerimiz, mutlu ve mutsuz anlarımız, eğlencemiz ve sıkılmamız.
Fazlaca iyi olan bir yanımız varsa onun parlaklığını düşüren birkaç kötü yanımız olabiliyor.
Çokça kötü olan bir yanımızı aydınlatacak güzel yanlarımız da.

Her zaman bir iyilik- birkaç kötülük veya bir kötülük- bir iyilik gibi dengeler olmamasına, değişkenler değişebilmesine karşın, denge ortak bir oranda kuruluyor.

İnsanoğlu olarak zekiyiz ancak bu zekamızı potansiyeline hak verecek biçimde kullanamıyoruz.

Denge.

İnsan sevmeye fazlaca müsait bir canlı iken niçin savaşlar gündemde?
Savaş acı ve deneyim doğurur. Savaş illa maddiyatla yapılmış olan değildir. Bazı savaşlar için tüfeklere, tanklara ihtiyaç duyulmaz.
Acı ve deneyim ise insanı olgunlaştırır, kabiliyetlerinin potansiyelini açığa çıkarır bu zor zamanlar.

İstediğimiz takdirde yapamayacağımız, doğru planlayıp başaramayacağımız iş yoktur yeryüzünde.
Lakin insanın bir de üşengeç tarafı vardır.
Dengeyi sağlar.

Her güzelliğin bir çirkini, her çağın bir vebası olduğundan dolayı asla "tamam" olmayız.
"Tamam artık erdik" diyemememiz için bir denge sistemi vardır.
Rotamızın ucundan alıkoyar bizi.

Ne kadar çabalarsan çabala "o" noktaya ulaşamaman için bir görünmez duvardır sanki.
"O" dediğim noktaya kimi "her açıdan mükemmel olmak" kimi "tanrısallaşmak" der ve benzeri terimlerle yeri dolabilir.

Zirvede asla devamlı bir hükümdarlık süremeyeceğiz. Hiçbirimiz.

Ancak herkesin kavramların ve insanların birliğini kabul ettiği, her bildiğini gelecek nesillere aktararak unutmayı ve kavram karmaşasını engellediği, yaşlının ukalalık yapmayıp tecrübesini disiplinli bir program çerçevesinde genç ile paylaştığı ve toplumun veyahut insanoğlunun amacına gencin işgücü ve enerjisi ile ulaştığı bir halde zirveye varabiliriz.
İdealar dünyasında, ütopyada, platonik bir dünyada.

O bilinç halini yakalamadığımız diğer (bu) hallerde ise zaman da, görmekten yoksun olduğumuz dengeler de, yaptığımız isimlendirme (kavramlaştırma) da bizim düşmanımızdır.

Bizi ancak kaosa ve savaşa sürüklerler. Irkçılığa ve ayrımcılığa. Sahte birlik çağrıları yapıp insanların vicdanına dokunarak gözlerini köreltip, saman altından su yürütenlere doğacak ortam ve fırsat verir. Sınıf farklarına.
Bildiğin ve bebekliğinden beri gözlemlediğin şu koca dünyaya neden olur.

Oluyordur. Olmuştur ve hep de olacaktır.

Çözümü yalnız insandır, yalnız insandır.
Yalnız insana bağlı olduğu için de imkansızdır.
Varken yoktur.

26 Haziran 2014 Perşembe

Amaç ve Sebep

Ayak parmaklarım ayağımın bulunduğu yeri iyice kavramasına yarıyor.
Ayaklarım ise bana yürüme,koşma, zıplama kabiliyeti sağlayan bacaklarımın yer üstünde durabilmesine yarıyor.
Bacaklarım, saydığım kabiliyetleri kullanarak dünya'yı gezmeme olanak sağlıyor.

El parmaklarım, tek başına yalnızca vurma veya itme kabiliyetine sahip elime kavrama, tutma ve yine bu yetileri doğru kullanırsam ulaşabileceğim çekme özelliğini kazandırıyor.
Kollarım ise gereken şekilde bükülerek veya güçlenerek saydığım kabiliyetlere sahip elimin bu kabiliyetleri uygulayabilmesine ve uygulayabilmek amacıyla uzanmasına olanak sağlıyor.

Kafam, dolaylı biçimde, bana düşünme ve bedensel faaliyetlerimi kusursuzca işleme yetilerini kazandırıyor. Ayrıca dünyayı; gözlemlemek için gözlerim, koklamak için burnum, tad alabilmek ve karnımı doyurmak için ağzım da kafamda yer alıyor.
Boynum ise kafamı gövdeme bağlamasının yanı sıra belirli bir açıda dönebilme kabiliyetine sahip olarak, kafamda taşıdığım görme, koklama, tat alma ve karnımı doyurma faaliyetlerini daha mobil kullanmama olanak sağlıyor.

Gövdem ise tüm bu yetilere sahip makineleri (kollarım, bacaklarım ve kafam) bir arada tutuyor. Ayrıca gereken şekilde bükülerek veya güçlenerek ihtiyaç duyan uzva kolaylık veya kuvvet takviyesi yapabiliyor.

Vücudumun temeli ve koruyucusu olan kemiklerim bu iki göreve hizmet ederken ayrıyeten, onları sarmalayan kaslarımın da dağılmamasına, pelte haline gelmemesine, yarıyor.
Kaslarım bana türlü görevlerde ihtiyacım olan kuvveti ve hareket kabiliyetini sağlıyor.
Kalbim ise kaslarımın ve kemiklerimin bu kuvvet ve hareket kabiliyetlerini tesis edebilmesi için onlara ihtiyacı olan yakıtı sağlıyor.
Damarlarım ise bu yakıtı kalbimden kas ve kemiklerime ulaştırma işine yarıyor.


Küçük işlevlere sahip küçük parçaların kendi gibi diğerlerine katılması ile büyük işlevlere sahip büyük parçaların oluşması ve en nihayetinde bunlarında birbirlerine katılmasından mütevellit, ben oluşuyorum.
Yerine getirmesi gereken tek görevi "hayatta kalmak" olan ve bu görevi yerine getirmesine yarayacak her donanıma sahip, ayrıyeten bu donanımı kusursuzca kullanmayı içgüdüsel olarak (doğuştan) yerine getiren, görevi için mükemmel bir makina.

Böylece görüyorum ki içgüdüsel olarak yaşama amacını merak eden insanın yani benin bu konudaki ana ve tek sorusu "Niçin yaşıyorum?"'un cevabını bedenimde barındırıyormuşum ve o cevapta "hayatta kalmak için" imiş.
Yaşama amacımı buldum.

O halde başka bir soru türüyor,
"Neden yaşamalıyım?"

9 Haziran 2014 Pazartesi

Mutluluk

Zor değil.

Mükemmeli istemediğin sürece.
"Şu olmazsa bunu yapamam" "bu olmazsa şu olmaz" demediğince.

Eksikleri, yanlışları görmediğince zor değil
Görüp kabullenirsen ya da.
"Olsun be, yanlış olsun" diyebilirsen.

Zor değil.

"Aklınla düşün kalbinle yönet!"

Bir büyüğümün sözü yukarıdaki. Mutluluğun ve başarının formülü.
Nasıl yorumlarsan, ne anlarsan o.

Benim yorumum ; hayatını duygularına göre şekillendirmeli, bu şekli nasıl vereceğini aklıyla çözmeli insan.

Olurda rolleri değişir, duyguların görevini akla verirsen hayatın karman çorman olur.
Maneviyatını kullanmayan işlerinin bile aksadığını görürsün. Sen insansın zira. Duygusal bir varlıksın.
Ruhun var. Bedenini de yöneten o.

Bilincinin yerinde olduğu zamanlarda duygularını ezer geçersin. İstediğin güçlü adam/kadını oynar bitirirsin günü.

Sonra?

Kendinle yalnız kaldığında kendine hesap veremezsin.
İtiraf edemezsin kim olduğunu, isteklerini.
Kendinle konuşmak zorlaşır.

İstemediğin bir işe gidiyorsan her gün, söve söve, geceleri kendini uyutmak mümkün mü?
İstemediğin ama başkalarının "doğru" gördüğü yoldan gidiyorsan, uyuyabilir misin?

Uykuların her gece mezarın olur.

Bilincin veda ettikten sonra, bilinçdışın ile yalnız kaldığında gerçekler kaplar benliğini.

Bölünürsün ikiye zamanla.

Gündüzleri hür, güçlü bir savaşçı, geceleri tanrıya sığınan kız çocuğu olursun.

Yalanların ayakta tutamaz seni.
Erir gidersin, zamanla yokolursun.

"Olsun geleceğim için!" "Olsun, ailem için!" "Olsun, bize bu doğru öğretildi!" "Olsun, çocuklarım için katlanırım!" "Olsun, vatan için!" "Olsun, tecrübeydi!"

Hayır. Yanılsama bunlar.

İnsan hep hayatının kalanında daha bir çok olay yaşayacağını, kederle/mutlulukla karşılaşacağını, insanlarla tanışacağını sanır.

Hayır.

Bu bilinçdışının avuntusudur. "Şu ana kadar başarısızdım ama tüm bunlar ileride başarılı olabilmek için" "Hep hata yaptım çünkü ilerde yapmayacağım" "Daha çok vaktim var"

Hangi ileride? Hangi vaktin?

Gençken ileride dedin, orta yaştayken de ileride dersin ama yaşlanınca anlıyorsun o "ileri"nin hiç bir zaman "şimdi" olmadığını.

Ne istediğini bulmalı ve peşinden koşmalı insan. Arzularını keşfetmeli. En çok kendiyle konuşmalı, kendini çözmeli.
Geleceğini kendini rahat hissettiği ve sevdiği şeylere göre değil, aksine, sevmediği ve rahat etmediği şeylere göre şekillendirmeli.
Ney onu rahatsız ediyorsa, ondan kaçmalı. Sevmediği şeyden uzak durmalı. Sevdiğine yaklaşırken.

Ne ister nerden bilinir ki benlik? Karışık bir mevzu.
Sınavda aklına gelen ilk şıkkı işaretledikten sonra aklına ikincisi gelip şüpheye düşmen gibi. Sürekli tereddütte yaşar insan. Kararsızdır. Çoğunlukla ilk şık doğrudur yinede.
Beynin usb değil zira, müthiş bir makina. Bilinçdışından bulur cevabı yollar sana.
Ne istiyorum diye sorman yeterli o zamansa.

Aklına ilk gelen şıkkı seçmeli
Ve kaçmamalı kendinden.
Kafasında kurup kurup yoracağına kendini
Gidip almalı istediğini
Doğasında olduğu gibi
Bir zamanlar.

Yaşlı değilim veya hoca sakalım yok.

Çokta hayat tecrübem yok.

Okunmuş kitaplarım, dinlenmiş nasihatlerim var.
Ve bunları ciddiye alan bir beynim.

Bir şeyleri bilmek, anlamak için yaşamana gerek yok.
Hazır yaşanmışı var.

Değerini bilirsen tabii yaşanmışlıkların.

Güzel bir gelecek yok, güzel şimdi olmadıkça
Güzel bir ilerisi yok, maziyle barışmadıkça
Mutluluk yok, başkan kalp olmadıkça
İtiraf etmedikçe kendine isteğini
Ve insanlara arzunu
Kaçmayı bırakmadıkça
Sormadıkça kendine.

Martılar, bi' kesin sesinizi ehehe.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Cevapsız Sorular

Gariptir ;

Bir tesadüfler zinciri sonucu oluşmuş ise dünya ila evren, aynı tesadüfler zinciri niye yoketmemektedir bu varlığı?
Yüzlerce, binlerce senaryo mümkün iken yokoluş için, niye işler bu tesadüfler zinciri böylesine düzgünce?

Değişkenli denklemler, düzensizlikler ve tüm dengesizlikler nasıl dengede durur böyle?

Veya niye ağlar Soma'nın evlatları, unuturken halkın kalanı?

Nasıl bu kadar rahattır kan ağlarken vatandaşı? Sorumlu değil midir twitter magandaları?

Kapıcının oğlu kir pas içinde iken niye çalışmamalı villanın varisi?

Yaşadığını hatırlamak için neden düşmeli insan? Niye bir kayaya takılmalı?
Neden kaybetmeli elindekini veyahut kazanmalı istemediğini?

Hiç mi sorumlu hissetmez monoton hayat sahibi kendini?

Veya sorgulamaz mı aynı şahsiyet benliğini ? Neye yarıyorum, nedir bu ben ama benden içeri?

İnsanlar hiç mi hissetmez binlerce kilometre uzaktaki Afrikalının hissini ama hisseder bir kaç yüz kilometre ötedeki anaların veled-i şehitlerini?
İnsan ayrımı yapabilecek kadar uzun mu hayat ?

Değere mi biner peki yollar kısalınca, ölüm yahut yaşamak?
Sevgi artar mı mesafeler uzayınca?

Nedir derdi insanoğlunun, zindan eder dünyayı çocuklara?
Cenneti sunabilecekken pıtırcık ayaklara?

Kitap okumak bile yasaklanırken günde 8 defa, 40 dakika boyunca ; seçeneği neydi pozitif bilimi sevmeyenin, isyandan başka?

Dindirirken bir kalbin sızısını, duymak mıydı öteki kalbin haykırışlarını, yakarışlarını, işkence? Yoksa dünya yanmalı, yok mu olmalıydı sevmediğim bir sözcük olan keşke?

Çabuk değişiyoruz. Günler, aylar geçmez, yıllar bitmez. Ama baktığında ardına çok azı yaşanmış onyıllar var.
Değerlendirilmemiş, geçiştirilmiş zamanlar.

Lanetli der kimi hayatına, kimi kendine. Kendine diyenlerden oldum ben.
İçgüdüsel bir insanları anlama ihtiyacı çektim hep. İster doğuştan de, ister genetik, ister içgüdü, ister empati.

Kendi hislerim, kendi ihtiyaçlarım olmadı çoğu ve neredeyse hiç bir zaman. İstersen çağından ötürü karakter karmaşası yaşıyorsun de bana, ben biliyorum kendimi, tanıyorum. İnsanlara göre şekil aldım. Başkalarının mutluluğu için yaşadım çoğu zaman.

Daha bebekliğinde düşünmeye başlar mı bi' insan başkalarına yük olmak istemediğini?
Kendinden bir şey anlatmayıp, hep dinlemek ister mi bi' insan?

Beni bırak ama insanın doğasında var. İçgüdüsel olarak yöneldiğimiz yönlerimiz var bizim. Karakterlerimiz belli az çok doğarken.

Mesela gün ışığında uzanan bir köpek göze hoş görünürken, ATMden para çeken bir insan neden itici gelir?
Martı sesleri, deniz dalgaları rahatlatırken kulakları, trafik sesi veya bağıran insanlar neden huzursuzluk verir?

Kabul ilk örneği bir filmden arakladım ehehe. Çok önceden izlediğim ama yakın zamanda hatırladığım bir filmden. Ama öyle değil midir?

Neden çekerken bizi bir çift göz, iter ders notları?

Dünya çok güzel bir yermiş, insanlar talan edene kadar. Vahşi yaşam, doğa, afetler alt edildikten sonra insanın tek düşmanı kendisi kalmış.
Cefasını çekmekte bize düşmüş.

Atalarımız insan hükmündeki dünyayı inşa ederken kalplerimize sormamış. Akılla, mantıkla açıklamaya çalışmışlar.
Yola mantıkla çıksan da, yolun sonunda kalp karşılar seni.
Bak mutsuzuz şimdi.

Atalarımız iyi bir şey yaptıklarını, doğru olana yöneldiklerini sanmışlar. Hani nerede şimdi o doğru?
Eskiden yaşam süresi vahşi yaşam yüzünden kısaydı. Şimdi neden 15 yaşında intihar eden gençler var?

Neden çocuklar siyasi görüşlerin kavgasına alet oluyor bu dünyada? Ne kadar acizleşti yetişkinlerimiz? Ne kadar kalpsizleşti bedenleriniz?

"Doğru diyosun da.." deyip kaçacaksın yine, biliyorum. Ama parçasıyız hepimiz.

Soma mevzusunda, önlem almayan devlet kadar, önlem alacak olanı başa getirmediğimiz için biz de en az onlar kadar suçluyuz.

"Bencillik, riyakarlık, iki yüzlülük !!" diye bağırıp, çevremizi değiştirmediğimiz için suçluyuz hepimiz.

Bizler de katiliz ve mazeretimiz de yok.

Cahil dedikten sonra bilgilendirmediğimiz için suçluyuz.
Farkedip, farkettirmediğimiz için.

Hayal kırıklığına uğrayıp, hayal kırıklığına uğrattığımızdan.

Gururumuzdan.
Egomuzdan.

Karşımızdakini dinlemediğimizden. Çoğu zaman tek başımıza konuştuğumuz, tek taraflı diyaloglarımızdan.

"ARTIK YETER" seviyesinde iken belki bir çift evladımızı üzmek istemediğimizden ötürü yaşadığımız işkence hayattan.

Her gece sabır duaları etmekten veya kulağımızı söküp uyuduğumuzdan.

Bir çift evladın büyüğü olmaktan ve buna devam etmekten. Bitirebilirken.

Alevi söndürmekten. Yanabilecekken.

Kendi kendimizi mutsuz ettiğimizden.

Kendimize ve başkalarına işkence ettiğimizden.

Mutlu olmayı bilmediğimizden.

Ama aldırma, okuduklarını yine unutacaksın sonrasında.
Haklı deyip geçeceksin.
Duygu mastürbasyonundan öteye geçemeyecekse de senin için, yazarım ben, zaten severim.
Seçeneğim de yok başka. Rahatladığım, huzur bulduğum ikinci yer yahut yol.

Oku veya okuma. Kendine acır buranın yazarı.
Gördüklerin yalnız kusmuk parçaları.
Yine de, her şeye rağmen güzel dünya.

Işık var. Hep oldu.
Parlatalım o ışığı.
Ama önce yazar biraz uyumalı.

Kendine iyi bak.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

İnkar

Gerçek ağır geliyor ise inkar edersin.
Dünyanın en kabullenmeci en gerçekçi insanı da olsan, bir gün tıkanırsın. Mecburen inkar edersin.
Yok canım o kadar da değil herhalde dersin. İhtimal vermezsin gerçeğe. Gülünç gelir çünkü.

Kendi vatandaşı madende sıkışır ölür, "Olur öyle" der. Kalıbının adamıdır o. "Hayır canım, sadece gerçekçi oluyor ehe" der inkar edersin.
Her an her dakika gittiği yerden konum bildiren "sosyal" vatandaşların, konum bildirdikleri mekanların wi-fi'nı kullanarak "çok üzgünüz, acımız büyük ehe" yazdığını görürsün. "Yok yahu, ellerinden o kadar geliyor" der inkar edersin.
"Yeter bee, sömürdünüz ülkeyi" diyenler seçim günü gidip sandığına sahip çıkmaz, evinde kös kös oturur sonra seçilene söver ; "Tüm millet sokaklara mı dökülseydi, kaos olurdu zaten" der inkar edersin.

Oyun oynamayı seven bir kaç "sosyal" çıkar, bir oyun icat eder, adına siyaset deyip ona buna giydirmeye başlar. Bunları farkeden bir parti, aynı "seçilen" gibi sosyalleri sömürmeye, yönlendirmeye başlar. "Herkesin kendi tercihi, neticede ifade özgürlüğü var" der inkar edersin.
Aynı insanlar sonraki gün, bir afet, kaza, savaş olduğunda "İşte bu ülke böyle yanlış, davamız böyle doğru, dikeceğiz kızıl bayrağı !!11!" tarzında çıkarcılık yapar. Savunduğu kızıl bayrağın altında mavili beyazlı birazda kırmızılı Amerikan bayrağı açmıştır, farkında değildir. "Gençlik yahu, ileride çelişki falan kalmaz" der inkar edersin.

Bir ölçüde de rahatlarsın. Neticede bunlar sana dokunan şeyler değildir, boşverirsin. Çelişkiymiş, üşengeçlermiş, sorumsuzlarmış ; iplemezsin. İnkar eder, bahaneler türetir geçersin.

Bir an gelir.
Bugüne kadar susmuşsundur. Yine susacaksındır.
Sabahtan akşama kadar dedikodu yapan ama sorarsan okul/iş dışında başı kapalı, dininde imanında olan insanların konusu olmuşsundur.
Senden girer, aileneden çıkarlar. "Duymadım ki" triplerine girersin. Bu seferki bahanen odur.

Bu dokunur sana. Boşveremezsin çünkü inkar ettiğin dünya dönüp dolaşıp gerçekliği ile karşında durmakta ve seni dürtmektedir. Git, yapma desende yapar o. Suçlusundur, inkar etmekten ötürü.

Döner dedikodu yapanlara şöyle bir söversin uzun suskunluğunun ardından. "Size ne ulan biiiiip+++" dediğin dakikada haksız, suçlu, terbiyesiz, edepsiz, toplumda konuşmayı bilmeyen olursun. Hayatlarını başkalarına zorluk çıkarmak, onları yermek için yaşayan başkasıymış gibi döner sana "Laflarına dikkat et terbiyessiaaaağğz!1!" gibisinden çıkışırlar. Tanrım bu kadar çelişki fazla, insanlar böylesine aptal olamaz !? dersin. İnkar edememişsindir ama kabul de edememişsindir o an.
Kabullenirsin dayı işte o an.
Kabullenirsin.

"APTALSINIZ HEPİNİZ, KOCA APTALLAR" diye haykırırsın kalabalığa, palyaço olursun gözlerinde. Değersizsindir.
Aç tavuk kendini darı ambarında sanar misali, azıcık değeri olan insanlar kendilerini ilah sanmaktadır. İşte o an farkedersin ki onlar kabullenmeyecektir. En zoru bu olur.
Ağırlaşır yükün. Belki de son damlan olur.

Madeniyle, ülkesiyle, başkanıyla, cahiliyle, delisiyle, genciyle, yaşlısıyla, ışığıyla, karanlığıyla bir güzel yalar yutarsın dünyayı.
Bahanelerin tükenmiş, daha fazla inkar edemezken koyu kızıl bir ışık parlar kafanda. Şeytandır o, dürter. "Sen yoksan dünyada yok"
"Çıkış yolu!" diye sevinirsin. Dünyayı böylesine inkar etmenin yolu aklına gelmemiştir daha önce.
Düşünürsün, acaba dünyayı 5. kattan, temiz betona doğru inkar etsem mi diye.

Ama o zaman ne farkın kalır inkar ettiğin o sorumsuzlardan.
"Ben onlar gibi değilim ki yahu, güçlüyüm, sorumluluklarımın farkında ve dayanıklıyım" der, kendini inkar edersin.

Öyle.

11 Mayıs 2014 Pazar

Din Felsefesi

Öncelikle boş vaktin varsa oku.
Boş vakit ile kastettiğim yapacak başka işinin olmaması değil ; kafanın boş olması ve bir şeyler üstüne rahatça düşünüp, bazı şeyleri oturtabilecek sakinlikte olman.

Şimdi, second rule, teist veya deist veya ateist veya Nutellaya tapıyor olsan dahi zerre farketmiyor zira bu yazıda kimseye dokundurmadan, dokundursamda iki tarafa eşit payede dokundurarak, genelinde objektif olarak sana bir bakış açısı katmaya çalışıcam. Senden beklediğim ise aynı kafada olman. Yani, okurken amacının "işte müslümanlar böyle salak" diyecek argüman veya "ateistler böyle cahil" demeye fırsat aramak olmaması lazım.

Anlaştık ?

Bak dayı, bana doğduğumdan beri yetiştirilirken şunlar öğütlendi : "Siyaset ve din hakkında tartışmaya girme".
Bende girmezdim. Sebebini anlamak zor değil zira bugün baktığında şu iki konu hakkında en ufak şey söylesen bir kavga tutuşuyor hemen.

İnsanlar tahammülsüz. Birbirine değil ama. Yeni fikirlere.
İnsanlar kendi fikirlerinin tekrarlandığını duymak istiyor. Zıt veya benzer düşüncelere ise kapalılar.

Siyaset bir yere kadar anlaşılır. Neticede siyaset tarafların oyunu ve tarafların fanatikleri olur.
Lakin din öyle değil. Bugün aynı siyaset gibi değerlendiriliyor ama özüne bakarsan din sadece bir felsefe.

Öyle insanların nüfus cüzdanlarında yazması gerekecek kadar önemli değil yani.
Toplumsal açıdan.

Lakin şahsi seviyede gayet önemli bir mevzu. Herkesin kendi arayış'ı var ve bu konuda tamamen özgür olmalılar.

Müslüman ülkeymişte kimliğinde illa İslam yazacakmış doğduğu gibi.
Kimliğinde ateist yazana farklı bakılacakmış.

Sadece bir felsefe.

Felsefe evrenin yaratılışını ve evreni inceler. Yani din, felsefenin tavan yaptığı bir mevzu.

Şu sıralar Caner Taslaman, Emre Dorman gibi felsefecileri keşfettim mesela. Bu adamlar kendini yetiştirmiş ilahiyatçı insanlar ve dinlediğin her dakika dolu dolu yeni bakış açıları kazanıyorsun din için. Olması gerektiği gibi objektif fikirler yakalıyorsun. Burada objektiften kasıt, iki tarafıda (bilim ile din) beraber ele alabilmek. Zira çoğu bilimci veyahut din alimi (!) , dini veya bilimi reddediyor. Biri varsa diğeri yoktur diyor.

Din sadece bir felsefe ve insanların hayatlarına özel olmalı. Kabul ettik.

Beni bu konuya girmeye iten ise insanların kabullenme yoksunluğu. Daha anlaşılır hali ile hoşgörüsüzlüğü.

Ateistler ölmeli diyeninden tut ; bilimciyiz, hoşgöreniz, araştırmacıyız adı altında islam karşıtlığı yapan topluluklar var.

Veya az önce anlaştığımız insanların keni arayışlarında özgür olması konusunu reddeden ve insanlara "Sorgulayın !! ama sonra ateist/teist olun" mesajı veren topluluklar var.

Hurafeleri bilgi, bilim diye sunup dinin hurafeler üstüne döndüğünü iddaa edenler yok efenim evrim var o zaman din yalan kafasında olanlar var.

Kutsal kitapların (özellikle Kur'an) tamamen nefret söylemleri ile dolu olduğunu iddaa eden kesimler var.

Şöyle ki : en yozlaşmış din öğrenme kaynağı olan MEB bile ilk derslerinde İslamın hoş görü dini olduğunu söyler ve açıp Kur'an okunduğunda toplumsal nitelikteki ayetler haricinde evrensel nitelik taşıyan kısımlarda sadece sevmenin öğütlendiği farkedilir.
İslamdaki yaratılış olgusu evrim teorisi ile güçlenmekte  ve hatta big bang teorisi ise Kur'anı tamamen doğrulamakta.

Ama diyelim ki ben yıllarca yalan, yanlış şeyler okudum ve son paragrafta yazdıklarım sadece uydurma. Kur'an ve diğer kutsal kitaplar nefret söylemleri ile dolu, sadece öldürmeyi öğütlüyor, kadın erkek eşitsizliği var, evrim yalan, big bang kaka, insanlar pis falan filan.

Bu yinede kimseye kimsenin görüşünü yerme, aşağılama hakkı vermez. Veya bu konuda öğrenmeye meraklı insanları "şöyleymiş, şöyle olmuş, böyle yalan/böyle doğru" tarzında ikna edici konuşarak bencilce yönlendirme hakkı vermez.

Din insanların kutsalı ise, hassas olunmalı. Dedim ya doğduğumdan beri bana öğütlenen "dinle ilgili tartışmaya girme" diye bir söz var.
Harbiden girilmemeli. İnsanlar eğitimsiz ve hoşgörüsüz olduğu için girilmemeli.

Objektif, öğrenmek için tartışan insanlarsa karşıdaki ancak o zaman girilmeli. Her şeye olasılık tanıyarak, şöyle olmuş değilde şöyle diyorlar denerek felsefi tartışmalar yapılmalı.

En nihayetinde dine bir yaşam biçimi olarak değil lakin rehber olarak bakılmalı. Dinlerde geçen hayat tarzlarından ilham alarak insan kendi felsefesini kurmalı.

Benim bakış açım budur. Senin ilham aldığın din hangisi dersen, ben müslümanım. İlgilenirsen ismini saydığım felsefecilere bir göz atabilirsin.

Din sadece bir felsefe. Fazla önemsenmesi, kimliğe geçmesi, "ateistler şimdiki maymunların niye insan olmadığını açıklasın!!1!!" abartı.

Aşağılanması, "hayır, aman teist olmayın, dinler yalan, of şu teistler bir ölemedi" düşünceleri abartı.

Zekadan da fazla uzak ayrıca.

Biriyle tanıştığında "Sence Schrödinger'in kedisi ölü mü, yaşıyor mu?" diye sorar mısın ? Hah, dinini de sormana pek gerek yok o zaman ehehe.

Kutsallar şahsa özel, toplumdan uzak olmalı, yaşanmalı.

Aşk gibi.

Bunları aşmanın tek yolu ise araştırmak. Sorgulamak değil. Sadece sorgularsan bir yere varamazsın. Araştırman da lazım.

Sadece araştırmak ama güvenilir kaynaklardan.

Hoşgörülü günler efenim.

24 Nisan 2014 Perşembe

Görünen ile Olan

Herkesin filozof olduğu bir döneme doğduk.
MSN'nin kişisel iletileriyle başlayıp, facebook durumlarıyla devam etmiş olan, şu sıralarda da twitterdan atılan göndermeli tweetlerle altın günlerini yaşayan bir "dünyayı tanımlama" furyası var.

"Dünya şöyle, böyle." "İnsanlar çok bilmemne." "Besle kargayı oysun gözünü."

Lakin kimse durup ben kimim, madem dünya böyle, benim dünyadaki yerim ne demiyor.
Bu yüzdendir ki, aktif olarak sosyal medyada bulunan birinin hayatı incelenecek olursa, hayatı ve sosyal medyada belirttiği düşünceler arasında bolca çelişki bulunur.

Bugün her yerde sosyalist olduğunu belirten birini, okul kantininde kaynak yaparken veya trafikte, beklemek yerine hatalı sollama yaparken bulabilirsin.
Devamlı olarak attığı tweetlerde erkekler tarafından nasıl kullanıldığını anlatan bir kadını, günlük yaşamında bir kaç erkeğe aynı anda oynadığı kirli bir oyunun içinde bulabilirsin.

Şair burda şunu demek istiyor ; görünen ile aslında olan farklı.
Şair yeni bir şey söylemiyor veya tüm bunların teknolojinin gelişmesiyle icat olduğunu savunmuyor tabii ki ehehe.

Bu hep vardı. Ama sosyal (!) medya zırvası ile özel hayatın herkesin önüne serilmesi bunu çıplak gözle görülür kıldı.

Yani dünya ve insanların dengesi hep aynı.

11 sene önce Amerika, Irak'a girerken de aynıydı. "Barış! Demokrasi!" diye bağıran ordularla yıkıp döktüler, işgal ettiler.

Bağıran insandan korkacaksın zaten arkadaş. Zira bağırmasının sebebi bir eksikliği, acizliğidir. Aklınca onu örtbas etmek için bağırır, üste çıkmaya çalışır.

Kişilerde de böyle, devletlerde de.

En basitinden dışarıdan hep gülümsediğini gördüğün birinin büyük dertleri olabilir.
Dışarıdan güçlü adam imajı çizen Putin, aslında kedi yavrusu gibidir belkide.

Adı adalet, hedefi kalkındırma olan bir parti, bugün adının ve hedefinin zıttı yöne gidiyor olabilir.
Bu satırları okuyor ve onaylıyor dururken bir yandan da "Basit şeyler bunlar, zaten biliyordum, bilmeyen var mı?" diyor olabilirsin. Lakin az önce bahsettiğim parti, faaliyetlerine rağmen %47 oy alıyor ülke genelinde.

Birazda "Farkında olmak" aşılama hedefinde olduğum düşünce. Zira buz dağının görünmeyen kısmını tahmin edebilir isen olaylara farklı bakar, farklı yorumlarsın.

Mesela şu sıralar bi' ermeni soykırımı tartışması var. İncelersek ;
Onyıllardır iddaa edilen : Türkler ermenileri katletti.
Onyıllardır yapılan savunma : Türkler ermenileri sürdü, ermeniler yolda öldü.
Dünyadan yansıyan : Türkler zaten barbardı, ermeni kardeşlerimizi de yoketmek istemişlerdir, tüü kaka.
Türklerin düşündüğü : Ulan zaten gavur dediğine güven olmaz, bırak istediklerini düşünsünler.
Gerçek olması sonucu çıkarı olan taraf(lar) : Ermenistan ve ortadoğuda güçlü bir otoritenin bulunmasını istemeyen büyük sayılabilecek dünya devletleri.
Aslında olan : 1. Dünya Savaşı sonrasında eski Osmanlı topraklarından istediği payı alamayan Ermenilerin, kendilerine pay çıkarma hedefiyle ortaya attığı stratejik palavra.

Ama atılan palavra öyle şanslı bir zamana denk gelmiş ki, palavranın içinde bir gerçek olarak Ermenilerin Nisan 1915'te sürülmesi var. Herhangi bir olay, zaten üstünden belirli bir süre geçince efsaneleşiyor, üstüne bir de bu ufak ayrıntı eklenince atılan palavra, sağlam bir teoriye dönüşmüş. Gidişata bakarsan kabul de edilecek ya neyse.

Şu yorumu olaya objektif yaklaşan herhangi taraftan biri yapabilir. Zaman zaman olaylara milletin, ırkın, dinin yokmuş gibi bakabilmelisin. "Doğru"nun, "adalet"in peşindeysen.

Objektif yaklaşabilme kabiliyeti bugünlerde pek kimsede yok zira insanlar gördükleri ile yetinmek zorunda yetiştirildi.
Henüz çocukluğunda televizyonu tanıyan insanlar, TVden her duyduğuna, gördüğüne gerçek, doğru gözüyle bakmaya başladı. Bu da ayrıca "dini gereksiz bulma" gibi ek düşüncelere de yol açtı. Şu din konusuna da bi' ara değineceğim. Unutmazsam.

Haydi kendine iyi bak, TVden uzak dur ehehe.

15 Nisan 2014 Salı

Amatör

Dünya.

Bir anlığına durup tüm realistliğin ile düşününce diyorsun ki bundan daha iyi bir sistem ortaya çıkaramam.
Ama var olana baktığında da görüyorsun ki aynı 19 Mayıs'ta stadyumlarda öğrencilerin yaptığı kule gibi zar zor bir arada duran, en ufak dokunuşta çökecek bir sistem mevcut.

Bu sistem belli ki oluruna bırakılmış ve her yeni gelişme bir öncekinin üstüne konularak inşa edilmiş. Lakin birazcık bilgisayar bilgisi olanlar bile bilir ki, bir önceki sistemin üstüne, eskisini silmeden, yeni sistem kurarsan, o sistem yavaşlar. Bir kaç tekrar sonrasında ise çalışmaz hale gelir.

Sistem ile kastettiğim özel olarak kapitalizm veyahut eğitim sistemi değil. Uygarlığın genel olarak ilerleyişine sitem ediyorum.

Zira müthiş zekaya ve yaratıcılığa sahip insanoğlu ilerler iken bu özelliklerini kullanmıyor. İçgüdüleriyle bir şeyler yapıyor ama dönüp bakmıyor bile.

En güzel örneği yeni nesillerin eğitimi.
13 yaşından itibaren sadece 5 sene sonra gireceği, sözde "hayat kurtaran" sınavında sorulacak pozitif bilim dayatılan çocuklar, duyduğunu ezberleyen embesiller olarak yetişiyor.
Amacı "eğitim" olan eğitim sistemi ; yaşken eğilmiş, yorumlama, öğrenme kabiliyeti 0 insanlar yetiştiriyor.

Veya "en doğru" diye dayatılan demokrasi, kazanan çoğunluğun eğitim düzeyine, öngörü kabiliyetine bakmadan yönetimi onlara veriyor.
Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir ehehe ama ikinci bildiğim bi'şey daha var. Oda demokrasinin azınlık hakkını yeme üzerine kurulu olduğudur.

Veya ;

Televizyon ve internet iki muhteşem icat. İletişimde böylesine kolaylık sağlarken bugün bir bakıyorsun ki ikiside yönlendirme, beyin yıkama araçlarına dönüşmüş. Milyarları bağımlı etmiş.

Veya ;

Bugün iki bayan arkadaş dünyanın hiçbir yerinde akşam belli bir saatten sonra yalnız başına rahatça dolaşamaz. Zira eğitimsiz insan, nefsini yönlendirmeyi de öğrenememiştir. Zaten en çok geceleri ortaya çıkarlar.

Oysa insanlık bir araya gelip ortak bir sistem çıkarsa idi, atalarını takip etmese veya atalarının yaptığı işlere "ancak geliştirebiliriz" mantığıyla yaklaşmasa, biraz özgüvenli olsa "gerekirse siler baştan yaparız" mantığıyla yaklaşsa idi, bugün o iki bayan rahatça dolaşırdı. Eğitim oranı hesaplanmazdı bile, aç insan olmazdı. Herkesi mutlu edecek bir adalet sistemi yaratılırdı.
Zırt pırt çıkan savaşlar olmazdı.
Mutluluk olurdu sadece.

İnsan isteseydi kötülüğü tamamen yokedebilirdi ama yapmadı. Yapmayacak.
İstese iyi biri olabilirdi insan ama o kötü biri ve iyi olmayacak.

O yüzden diyorum ki, bu dünya amatörce kurgulanmış ve herkes bundan hoşnut. Çünkü insanların elinden düşünme kabiliyeti alındı.

Neyse bunlar zararlı düşünceler sen aldırma, bende gidip hayatımı kurtaracak şu sınava çalışayım.

11 Mart 2014 Salı

Günün Anlam ve Önemi

İnsan hayatının her günü, her anı değerli.

Fakat büyük toplulukların hislerine dokunan olaylar, belirli günleri daha önemli kılıyor.
Buna örnek istersen 30 Ağustos Zafer Bayramı de, istersen 4 Temmuz Amerikan Bağımsızlığının İlanı de.

Bak bugün henüz reşit dahi olmayan bir çocuk öldü(rüldü).
Bir kerede de ölmedi, zamanla öldü, acı çekerek, çektirerek öldü.

Buna sebep olan(lar)ın kötü sıfatları bir yana, 11 Mart'ı tamamen inceleyelim senle.
Henüz atmadıysan, günün önemini belirten tweetini atta gel, heh otur şöyle karşıma.

Kasvetli bir hava vardı bugün. "Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır" hesabı soğuktu. Yorgan kaldırıp alarmı kapatmak daha yorucuydu.

Bugün bir çift anne-baba, alışmaya çalıştığı keder ve nefretle uyandı aylardır olduğu gibi.
Henüz dul kalmış kadın, uyandığı gibi yanında yatan yetim oğluna sarıldı ve sessizce hıçkırarak ağladı.
Bir manga çizeri olan Kishimoto "Şu son 2 sayfayı yetiştirmem lazım" dedi.
Justin Bieber kırıtarak uyandı.
Bir babanın ölüm yıldönümü, bir kızın ise doğumgünü idi bugün.
Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu büyükçe bir topluluk okuluna, işine gitmek için istemeyerek uyandı bugün.

Ve daha bir sürü önemsiz olaya sebep olacak önemsiz insanlar uyandı.

Kishimoto tüm gününü çizmekle harcadı, biraz geç gitti yatağa.
Genç kız doğumgününde arkadaşlarıylaydı, eğlendi. Bunlar olağan şeylerdi, kimse bir şey demedi.
Justin ergenlikten çatallaşan sesini gizlemek için yeni autotune teknikleri üstüne çalıştı. Bu da olağandı.
Dul kadın, oğlunun elini sımsıkı tutmuş vaziyette oğlunu okula götürürken, herhangi birinin oğlu yanında henüz vefat etmiş kocası hakkında pot kırmamasını umuyordu. Birilerinin dayısı, birilerinin aile dostu, arkadaşı, yoldaşı, eşi olan adamın karısını görenler kendilerini hüzünlenmekten alıkoyamıyordu. Görenler ama.

Anne-baba çifti uyandıktan pek kısa bir süre sonra oğullarının ölüm haberini aldı. Sorumlusu bir kaç mevsim önce meydana gelen eylemlerde gereksiz ve orantısız güç kullanan polisti.
Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu büyükçe bir topluluk okulunu, işini bıraktı, sokaklara döküldü. Tepki gösterdi bugün.

Bir sürü şey meydana geldi fakat alışılagelmişlik seviyesi az ama etkilediği insan fazlalığı yüksek olan olaylar öne çıktı.
Dul kadının sessiz çığlıklarına sebebiyet veren kaybı, Berkin'in ayrılışı ile eşdeğer idi ama bu kadar ses getirmedi zira ölüm dul kadının eşine eceli ile gelmişti.

Maalesef Berkin'e gelen ölüm, saçları dökülmeye başlamış, yüksek yetki sahibi, takım elbiseli bir makam suistimalcisinin vicdansız dudaklarından gelmişti.

Bu halktan herhangi biri olabilirdi. Biraz bu sebeple, biraz vicdan, tepki gösterdi halk. Başka çaresi de yoktu ayrıca.
Aristo haklı çıktı bugün. Muhafızlardan kim muhafaza edecekti bizi ?
Demokrasi daha doğarken ortaya çıkan kaygılar vücut buldu bugün : "Yöneticiler kendi çıkarları için yönetmeye kalkarsa ne olacak?"

Birileri bunun hesabını sormalıydı. Soracağının sinyalini de vermiş oldu bugün.
Pek çok şey oldu ama bu olay daha bir duyuldu sanki bugün.

Bu kadar duyulmasından istifade gençlerin toplantısına sahip çıkmaya çalışanlar, "Bizim sayemizde!!" demeye çalışan farklı ideoloji mensupları da ortaya çıktı.

Onlar en az o katil polis kadar haysiyetsiz ve onursuzdu. Bilinçsizlerdi ve kendi düşüncelerinin peşlerinde değillerdi.

Geçen yazı fazla ortada bıraktığım için kısaltmıştım ama;

Gezideki savaşla alakası olmayan masum bir canın ölümüne sebebiyet veren takım elbiselilerin ve bu kayıptan bile kendine pay çıkarma çabasında olan gözü dönmüş çıkarcı, kapitalist zavallıların allah belasını versin.
Elbet adalet kapınızı çalacak, hesaplar sorulacak.
Şimdilik sadece sözde olsada.

2 Mart 2014 Pazar

Arayış

İnsan sürekli bir arayış içinde.

Farkında olmasa bile bir arayış içinde zira içgüdüsel olarak bir şeye inanma ihtiyacı hissedersin.
Bunun sonucunda arayışa başlarsın.

Bu kimi zaman Tanrı olur, din olur; kimi zaman bir ideoloji olur , gün içinde yaşadığın bir olayın asıl nedeni olur.

"Gerçek" ve "doğru"yu ararsın.
Arayışa çıkılacak çeşitli yollar içinden en cezbedeni Tanrı ile ilgili olandır elbet. Zira özünde herhangi bir ideolojiye beslenen inanç ile pek bir farkı olmayan Tanrı olgusu, insanın nüfus cüzdanına bile işlenecek kadar önemsenmiştir.

Lakin hangi partiyi tuttuğun veya hangi ideolojiyi benimsediğin yazmaz o cüzdanda.
Bulunduğun topluluğun değerleri, senin değerlerin olur. En nihayetinde sen ve toplum ayrılmıyorsun. Topluca hissedilen duygular ile bireysel duygular pekte farketmiyor.

Ama bazı insanlar arayışını, toplumun arayış düzeyine indirgemeyip daha ileri götürüyorlar. Bu yolu seçenler ise şunu farkediyor "Ah, toplum yanılıyormuş".

Öğrendiği her yeni bilgide toplumun ne kadar geride kaldığını farkeden insan aynı zamanda bu bilgilerin ardı arkasının kesilmeyeceğini, öğrenecek yeni şeylerin sürekli geleceğini de farkediyor. Yani ne kadar kovalarsan kovala "gerçek" ve "doğru" hep değişecek ve asla "Tamam, artık her şeyi biliyorum" diyemeyeceksin.
Buradaki insanlar çoğu zaman kedere kapılıp intihar etmeyi düşünüyor, bu düşünceye saplanıp ilerleyemiyorlar.

İlerlemeye karar verdiklerinde ise yol, bu noktada ikiye ayrılıyor.
Bilinç oluşuyor. Toplumun "yeterli" gördüğü arayış düzeyini yani üniversite diplomasını yırtıp, insanları sorgulamaya, araştırmaya teşvik edeceksin,
Ya da,
Bilgilerini idrak edemeyecek, bir ülkenin başına geçip halkı hortumlayacak veya silikon göğüslü hatunlarla program çekecek, "dini öğretiyorum" adı altında beyin yıkayacaksın. Kendine taptıracaksın bir kaç yüz bini, krallar gibi yaşayacaksın.

Bu 2 karakter tipi özünde, insanlığa yön vermiş ve vermekte olan insanların tipleri.

IQ düşüren ticari reklamlar olur ya hani bazen, kafasına göre insanlığı ikiye bölerler : "ülker çikolatalı gofret sevenler ve sevmeyenler"
İşte bu "yönetenler" sınıfı da temelinde yukarıdaki gibi 2ye ayrılıyor. Bilgisini egosuyla harmanlayıp milyarları kan(l)dıran insanlar her ne kadar birinci tipten fazla olsa da, 2ye ayrılıyor.

İnsanların arayışını, inanma ihtiyacını suistimal ediyorlar. Ama öyle bir noktaya gelinmiş ki, suistimal edilen insanlara veya suistimal edildiğinin farkında olan "kandırılıyoruz biz yaa" diyen insanlara "Kandırıyorlar sizi ! Ahanda doğrusu bu" dediğin zaman, "hass, saçmalama la o nasıl doğru ehueuhehe" diyorlar.

Birinci tip insanları, ikinci tip ile işbirliği yaparak yokediyorlar resmen.

Cehalet.

İnsan nüfusunun arttığı yerde yanılgı başlar. Tarihte hep yanılgı vardır. Gelecekte de olacak.
Yardımcı olmak isteyen birinci tip insanlar, kandırılmaya meyilli toplumu kandıran ikinci tip insanlara fırsat verme alçak gönüllülüğünü gösterdiği sürece, yanılanlar hep fazlalıkta olacak.

İnsan, arayışını hep gördüğü kadarıyla sürdürecek, ona yol göstermeye çalışan diğer "arayıcılar" bulsa bile çoğu zaman akranı olduğu için onu iplemeyecek.

İnanma ihtiyacını bile bencilce giderecek.

"Cahil !!" diye haykırırken cahil konumuna düşecek.

Cehaletin vücut bulmuş hali olacak ama kabullenmeyecek.

Ama dur. Biraz da "arayış"a dışardan bakalım. Objektif bakalım.
Vücudunun her fonksiyonu hayatta kalmasına yardımcı olması için tasarlanmış insan, daha neyini kurcalıyor ki hayatın ?
Sadece hayatta kalman ve üremen gerekiyor, onu da beceremiyorsun ehehe.

Biraz düşündüğünde saçma gelsede, içgüdüsel olarak yapılan şeylerden sadece biri bu "arayış". Kaçınılmaz.

Bu demektir ki er ya da geç insan bireysel olarak bir arayışa giriyor.
Kendimize ve başkalarına yapabileceğimiz en büyük iyilik belkide onlara bu arayışlarını yaparken, tarafsız, yani objektif kaynaklar sunmak.

O yüzden;
Subjektif, yani taraflı, düşüncelerle insanları arayışlarından saptıran insanların abv, haydi kendine iyi bak.

24 Şubat 2014 Pazartesi

Samimiyetsizlik

Yaşı kemale ermiş ihtiyar samimiyetsizliği diye bişey vardır.

Ödevini son güne bırakmışçasına belli bi' yaştan sonra günde 5 vakit namaza başlayan ihtiyarlarda görülür daha çok. Ordan anlarsın onun samimiyetsizliğini.
Çünkü içinden geldiği için değil, korkudan başlamıştır namaza, anlarsın.

Yine aynı ihtiyarların çoğu akranları ile sohbette iken din konusu açılınca "sorguya çekilince n'abucuk hacı ya" şeklinde triplere girerler.

Küçükken anlam veremezdim buna. Bugün oldu, hala anlam veremiyorum.

Varsayalım ki din olgusu doğru ve gerçek ve sorguya çekileceğiz.Kendi yaptıklarının sorumluluğunu alamıyor musun yahu ?
Varsaydığımız sorgu anı geldiğinde tak tak söyleyeceksin. Dürüst olacaksın. Varsaydığın Allah bilmiyor mu sanki ne bok olduğunu?
"Büyümüşsün ama adam olamamışsın" lafı işte bu yüzden cuk diye oturuyor senin kalıbına.

80 yıl yaşamışsın ama hala sorumluluk alamayan ezik büzük adamın tekisin sen ihtiyar.

Tecrübesinin fazlalığı nedeniyle gösterilmesi gereken saygı seviyesi +99999 olan bu şahsın aslında eksilerde olduğuna işaret etmek için anlattım bunu.

Herkes yanılgıda olabilir.

6 yaşında ilahın anne-babandı, bugün bakıyorsun ki insanlar.

Görünen ile aslında olan çoğunlukla aynı sonuca çıkmaz.
Bunun sebebi ise yetiştiriliştir.

Eskiyen nesil, yeni nesli "gizli,saklı" terimler ile büyüttüğü sürece yalan ve bilimum buna bağlı kötülükler asla bitmeyecek.

Sen çocuğuna ölümü "aslında ölmedi, başka yerde yaşıyo', uzun zaman sonra tekrar görücez ehehhe, melek oldu o" diye anlatırsan, o çocuk ilerde "beni kandırdınız mı la?" triplerine girer.

Bir can gitmiş ya, bırakta çocuk gerçeklikle tanışsın.
Baby TV yetmedi bide sen mi hayal dünyasında büyüteceksin çocuğunu ?

"Evladım, seni leylekler getirdi" deme anlat ona nasıl seviştiğinizi ki çocuğun ilerde sizi bastığında travmaya girmesin ehehe.

Çocukları ölümden, seksten, şiddetten ve küfürden uzak tuttukça onları tersine yönlendirdiğinizi göremiyor musunuz ?

Çocuğun içine bir kere "görünen ile gerçekte olan aynı olmak zorunda değil ki yaa" düşüncesini ekiyorsun sonra bu çocuklar içindeki kötülük ile beraber büyüyüp daha büyük kötülüklere sebep oluyor.

Kaç çocuk "bana bi'şey olmaz" kafasında büyüyor sizce ?
Kaç kız bakire evleniyor ?
O kadar konuşuyorsunuz ya, dayak yemeden büyüyen bir çocuk var mı ?
Madem terbiye böyle öğretiliyordu, niye "gençlik" diye tanımladığınız topluluk her cümlesinin sonuna gerizekalı veya daha ağır küfürler ekliyor ?

Sana bunlar sorulunca sıkışıyorsun "ee sözümüzü dinlemediler ki ehe ehu" tarzında şekilden şekile giriyorsun.

Bilinçli olayım biraz, zaten bir ya da iki çocuk yetiştiriyorum bari onu da zekice planlayıp yetiştireyim demiyorsun.

Hayatının belki en önemli ödevini geçiştiriyorsun. Ama yetişkinlik evresi dedikleri bir şey var.
O evreye giren insana bir ağırlık çöküyor, küfrü azaltıyor, aklına gelen her konuda olgun oluyor.

Senin fazla erken davrandığın "güzel insan özellikleri yükleme" görevini çocuğun yetişkinlik evresine girdiğinde başarıyor.
Sonra bir de gurur duyuyorsun.

Samimi değilsin ihtiyar.
Samimiyetsizsin.

Aceleci davranıyorsun, yeni kuaför keşfetmiş ev kadınının arkadaşına birden her şeyi anlattığı gibi öğrendiğin her şeyi çocuğuna yüklemeye çalışıyorsun.
Planlamadan.
Sen zeki değilsin ihtiyar.

Tarihi karıştıran, savaşlara sebep olan devletler değil, sensin.

İyi aile rolü çiziyorsun ama içine baktığında darmadağınsın.

Rasgele çocuklar büyütüp onlara rasgele amaçlar edindiriyorsun, kötülük tohumlarını ekiyorsun çocuğa daha sonra ağlıyorsun "sevgi barış kardeşliiik"

Eğitime ihtiyacı olan sensin ihtiyar.

Samimi değilsin.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Terapi

Süregelen güçlü ve güçsüz insan kavramları ne ifade ediyor biliyor musun ?

Bu iki sıfattan birini kazanmana acıya dayanılırlığın karar veriyor.
Senin için değerli bi'şeyi kaybettiğinde verdiğin tepki seni ya "güçlü" ya da "güçsüz" yapıyor.

Toplamda 7 milyar civarı insan yaşadığı öngörülüyor ve bu insan topluluğu hayatında en az bir kez "keşke senin kadar güçlü olabilseydim" cümlesini kuruyor.

Pek azının yaşadığı acı olaydan ders alarak olgunlaşması ve "güçlü insan" sıfatına ulaşması dolayısıyla en az bir kez dedim.
Zira kendinin de herkes gibi "insan" olduğunu, bir farkı olmadığını ve koca evrenin kendisi için dönmediğini kabullenebilen, hayatı alarm kur > uyu > uyan > ye > işe/okula git > ye > uyu > öl şeklinde ezbere yaşamayan, hayatı öyle geçiyor olsa bile o anı bilincinde idrak edebilen, zamanın ve mekanın farkında olan insan ders alır ve o acı onu olgunlaştırır.

Herhangi kötü bir olayın getirisinin götürüsünden fazla olduğunu görebilen insan "güçlü"dür ve o insan hayatında her dalda başarı yüzdesi yüksek yaşar.

Lakin, çoğu insan bunları göremiyor, ders çıkarmıyor ve ezbere yaşıyor. Peki ezbere yaşamak nasıl bir şey ?

Ezbere yaşamak, bilincinin en açık olduğu anda (uyanıkken) bile rüyadaymış gibi gel diyene gitmek, üşengeçlikten doğan bir sebeple insanların senin işlerini yapmasını beklemek ve benzeri şeyleri farkında olmadan icraata geçirmek olarak açıklanabilir.

Örnek olarak, hasta yakınını hastaneye muayene götürdüğünde bile zar zor yürüyen insanın senin için kapıyı açtığını farketmemişsen, sen ezbere yaşıyorsun.
Senden tek beklenen şey okuluna gidip gelmen iken "dur ya şu evdekilere de bi' yardım edeyim" demiyorsan, sen ezbere yaşıyorsun.
Bazı yerle gidiş sebebin sadece oradaki hoş insan ise eğer, sen amaçsız birisin ve ezbere yaşıyorsun.

Sana söyleneni yapıyorsun. Toplumda yıllardan beri süregelen düşünceleri hiç düşünmeden hayatına ekliyor "öyle diyorlarsa doğrudur" diyip 10 dakika sonra o düşünceleri unutarak ezbere yaşamaya devam ediyorsun.

Sana bir bilgi sorulduğunda "yok ya benim bilgim yok o konuda" demek yerine "aynen bence de öyle, sana hak veriyorum" demek verdiğin ilk tepki ise, sen ezbere yaşıyorsun.

Rüyadasın. Bilincin açık, bir şeyler yapıyorsun ama ne yaptığını, niye yaptığını bilmiyorsun. Sorarlarsa "anı kurtarıyordum" diyorsun.

Sen ayakta uyuyorsun !

Ders almıyorsun. "Güçlü insan" gibi acını dindirmekle uğraşmıyorsun, dinmesini bekliyorsun.

Sen yetişmekte olan bir bitkisin lakin "güçlü insan" gibi yetişmeye çalışmıyorsun. "Nasıl olsa olur" diyorsun.

Ama şöyle bir gerçek var. Nasıl olursa olmuyor.
Çabalamazsan filizlenemiyorsun.

Tek bir olaya, kişiye, acıya saplanıp kalıyorsun. Ömrünü tüketiyorsun.

Sen bu dünyada 2000 senede kalsan bir halta yaramazsın. Ne kendine faydan var ne başkasına.
Ölümsüz bile olsan dikkat çekmezsin, kime ne faydan dokunmuş.
Kendine hayrın yok ulan senin.

Sen otsun. Şu parklarda çocukların üstüne bastığı, çoğu zaman farketmediği, farketse bile 2 sn sonra unuttuğu otlardan hani.
Ah ama cinsiyetin ve görünüşün var, elbet biri senden hoşlanırda sahiplenmeye kalkar. Belediyenin astığı "Çimlere basmayınız" tabelası gibi seni karşılıksız korumaya kalkar.

Ama o çocuklar yinede üstüne basar senin. Tek işlevin o çünkü senin. Belediye bile koruyamaz en sonunda "aman naparsanız yapın" der.

Çünkü sen ders almıyorsun, iyileşmeye yönelmiyorsun.
Kendini boşvermişsin.

Acıyı dindirmek, ders almak , acıyı kullanarak olgunlaşmak , "güçlü insan" olmak öyle filmlerde gördüğün elinden alev çıkarma, uçma gibi özel yetenek değil.

Ama bir özel yeteneğin var. Beynin var.
Öyle bir beyinki kendini analiz edebiliyor ve analiz etmeye kalkışmaz isen farkında bile olmayacağın şeyler yapıyor.

Geçmişini analiz edebilirsen, acından ders alıp olgunlaşıyorsun.
Şimdini analiz edebildiğinde, zaman ve mekanın farkında oluyorsun. Hastaneye götürdüğün yürümekte zorlanan yakınına kapıları "sen" açıyorsun.
"Dur ya şu insanlara biraz yardım edeyim" diyorsun.

Geçmişini analiz edebilirsen, geleceğini de şekillendirebiliyorsun. Zira geçmişine baktığında hoşlandığın, hoşlanmadığın şeyler görüyorsun ve neler istediğini , içindeki cevheri görüyorsun.

Bu analizi kendinle konuşarak yapıyorsun. "Şu gün şurada ne yapmıştım?" diye soruyorsun, cevaplıyor.
Ne sorarsan cevaplıyor, gözlerinin gördüğü her kareyi bilinçaltın kaydediyor.

Analizlerin süreklilik kazanır ve ilerlerse belkide bu "gördüğün herşeyi hatırlama" olayını gerçekleştirebilirsin ehehe.

Ben bu analize kişinin kendi kendine terapi uygulaması diyorum.

Ama eğer kendinle konuşarak kendini analiz etmez, ezbere yaşar ve ileri gitmek yerine geçmişte kalırsan, üretkenliğin sıfıra iniyor.

Üretkenliğin sıfıra inmesi ne kendin için ne dünya için bir şey yapmadığın anlamına geliyor. Sadece yiyor , içiyor , uyuyor ve ölüyorsun.

Zaman ve mekanın farkında olan o "güçlü insan" olmazsan dünyanın %99u gibi "birilerine" hizmet ediyor ve ölüyorsun.

Üretkenliği sıfır insan düşünür, sürekli düşünür ama ileri gitmeyi düşünmez. Şimdiyi ve geçmişi düşünür ama analiz yapmaz.

Yapmadığı analiz onu ;
"Herşeyin saçma olması"na iter.
"Her hayalin elbet başarısız olacağı"na iter.
Hayalsizliğe, umutsuzluğa iter.
"İnsanlar bunları göremiyor, tek gören ben miyim acaba? Tanrım, burası cehennem mi?"ye iter.

Bunlarda toplamda o kişiyi intihara sürükler.
Bu kadar basittir intihar.

Farkında olmayan o gereksiz "güçsüz insan" için "nasıl olsa kimseyle alakam yok, ben olmasam da olur"a geliyor mesele.

Tüm gün intiharı düşünüyorsun belkide. Ama demiştim ya beynin ancak analiz yaptığında farkedebileceğin şeyler yapıyor diye, beynin aslında farkında.

Zamanı ve mekanı o biliyor. O yüzden intiharı sadece düşünmekle kalıyorsun.

O seni yaşatmaya devam ediyor.

Bu terapi olayını kendi kendine yapmazsan ve başka biri sana yaparsa, o kişi "terapist" oluyor.

Terapist, bunu kimi zaman para kazanmak için yapıyor, kimi zamansa yardım etmeye niyetli biri olduğu için.
Tecrübelerini paylaşıp yardım etmek istediği için.

Neyse sen tüm bu terapiyi oku ama hayatına uygulama yani ezbere yaşa, ben biraz soluklanayım.
-Terapist.