20 Ekim 2014 Pazartesi

Yalnızlık 2

Bir anne kızdı, bağırdı. Yarın yoktu.

Bir baba buralardaydı. Yok oldu.

Nice arkadaşlar ve kardeşler helak oldu.
Bugünün varolanı yarın geçerli değildi. Şimdi için geliştirilen tüm düşünme mekanizmaları yerini bir diğerine bırakıyordu kısa sürede.

Bu değişimdi. Değişmeyen tek şey de yine değişimdi.
Her şey değişirken aynı kalanlar ve ilerleyemeyenler adına;

Değişim bokluktur! İnsanın değişimi fazlaca boktandır!

Sevdiğimiz ve örnek aldığımız ailelerimiz bir süre sonra engellere dönüşür.
Öğretmenlerimizse öcülere. Yeşilçamdan fırlama gulyabanilere.
Kahramanlarımız pişmanlıklarımız olur. Hayallerimiz kırıklıklara.
Hepsinin sonu karanlıktır.

Değişimin adaleti ne de keskindir, ne de acımasızdır!

Dolu dolu bir yıl geçiyor, bir hevesli, blog yazıyor hala ısrarla. Aynı adı taşıyan yazısı yıldönümünü kutlayacak yarın, o yazıyor.
Kendisi değişmiş. Artık sorguluyor.

Neye göre, kime göre değişmiş?

Umursamıyor da aslında pek onları. Rahatladığı için yazıyor.
Düşünmekle umursamak arasındaki fark pek incedir.

Buncası hala değişmemiş görünürken, kendine "Değiştim!" diyebilir mi? Çoğunluğun doğruluğunu sorguladı durdu bunca sene, şimdi çoğunluğa hak mı veriyor?

Çoğunluğun her yaptığı doğru değildir. Hem demokrasi diye bir şey var bak. İncelediğinde özünün, azınlığın hakkını yemek olduğunu görüyorsun.

Çoğunluk doğru falan olamaz. Sürüdür o.

Sürüden ayrılanı da kurt kapar. Hah o kurt yalnızlıktır işte.

Yazının ilkinde temelini attığım yalnızlık var ya hani. Dişleri sık ve keskin kurdun tekidir o.

Sürüden ayrılmış olup da sürüye inancı kaybolmamış olan, haliyle kurttan kaçabilip sürünün önüne geçen kimilerinin önünüde güneş keser.

Ancak sürünün önüne geçen aydınlığı görebilir. O ışıksa gözleri kör eder.
Sürüyü güden çobanın yalnızlığı pek parlaktır.

Doğru-yanlışı ayırt edebilme, vicdanen doğru kararları bulabilme gibi amaçlar insanda neden doğar?
Yanlışa uğrayınca neden yanlışa yöneliriz? Bu da adil tarafımızdan geliyor bak. Yanlışı cezalandırmayı pek severiz.
Bu sırada yanlış olsakta.

Bu amaçlar insanda neden doğarı illa nedenselliğe bağlayacak isek, hayatta kalmak derim.
Ölmemek için doğruyu, yanlışı bilmeli, ona göre hareket etmeli.

Hayatta niye kalmalı? Hayat çok mu güzel?
Yaşamanın zevkli yanları yok değil. Peki, zevk almak mıdır hayatı yaşanır kılan? Zevk alınan şey midir doğru olan?

Sevişirken sıkılır mı bir insan? İçerken?

Normal değil bu kulağınıza çalınanlar. Olağan değil.

Bi' kademe ileri alıp, sırf normal gözüksün diye başlığı "Yalnızlık - II" falan da yapmıyorum. Yalnızlık 2 diyorum adına.

Roma mı kalmış bugünde.

Nice yoldaşlar helak olmuş. Değişimin izinde.

Nice insanlar. En çokta insanlık.

Ucuz kalplerin pazarında alışveriş ediyor olmak pek yavandır.

Güzel ve zevkli duran pek çok şeye elimi attığımda, 'hava sıcak' yanılsaması veren güneşin altında denize attığım ilk adımın dondurucu soğuğunu hissederim.

Bunları amaç ve araç haline getirmeyenin yalnızlığıysa pek karanlıktır. Kurdun midesi pek kötü kokar.

Kiminin cennet dediği bu karanlıkta, kurda yem olanın hali acınasıdır.

İşte budur yalnızlık!
Cennet ve cehennem.
Ancak heves atlarının taşıyabildiği ağır bir fayton.
İsteyerek giyotin altına yatmaktır.
"Bırak abi neyi dert ediyosun yaa"dır aynı zamanda.

Kurt ve güneş.

Normal akılların eremediği, bu sebeple popüler olmaktan pek uzak bir ruh halidir.
Kiminin içinde olduğunu sandığı ama asla ulaşamadığı.

Aklın ermesi için fazlaca deli olmanın gerektiği bir bilinç.
Sanılanın aksine yoğun aptallık gerektiren eylemler bütünü.
Kimince melankolik, kimince mutluluk.

Ben ve o.
Yalnızlığım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder