17 Nisan 2016 Pazar

Karşılaşmalar

 Ürpertiyor beni.
Hareketli iki nesnenin yörüngelerinin kesişimi ve bu ne çok şeye neden oluyor.
Basit bir yüzleşme.
Köşeyi dönen iki çift gözün birbirine çarpması yahut dinlediğin şarkının o sözüne, kafandaki daha önce denemediğin o kıvrımın çarpması. Enfes.
 Ağzınla, yeni girdiğin bir mutfağın en leziz tabağının tanışması.
 Teninle, yeni bir aşkın kaynaşması.
 Bir adamın, bir toplumla çarpışması.
 Birkaç adamın, birkaç yüzlü kalabalıkla çarpışması.

 Asırlarla pekişik, ürünü milyonlarca olan bir kültürün, yeni yaşam çözümleriyle tanışması.
Ne çok keyifti öncekiler ve kan döktü şu son cümleler.

 Gelsin beri derdimin öncüsü de, anlatacağım şu gerçeği dinlesin:
Her olayın nedeni karşılaşmalardır. Olaylar oluşları doğurabilir, tek tek hepimizin varlığı da buna bağlıdır esasen. Yediğimiz, içtiğimiz, arandıklarımız, hep o geceden gelmedir. Kılıfsızlığıyla bize imkan tanıyan o geceden. Belki de bir gündüz, her neyse.

 Oluşlar, kendi hallerinde varolagelir. Olur da rotaları birbirine değerse o zaman bir olay ortaya çıkar.
Olay; duygular, haberler ve sonuçlar doğurur. Oluşlar artık eski benliklerini bu yeni olayın iziyle sürdüreceklerdir. Kendilerinden farklı hale gelmişlerdir. Olay yüzünden, o çarpışma yüzünden. Başka bir oluşun kendi üzerindeki etkisinden.

 Fakat, yalın, pürüzsüz ve şüpheye yer bırakmayan gerçekliğin içine doğan ve doğduğu vakitten bu yana hep yaparak kirlettiği burada bir yenisi daha var günahlarının insanoğlunun.
 Her şeyde yaptığı üzere, düşünerek bir açığını daha bulmuş kendisinin ve habitatını kendi yarattığı doğada tek tek doğradığı gerçekte bir gedik daha açmış.
Emeli olan o olayı, bir oluş haline getirerek farkedilmez kılmak!
Tenleri ve tatları siyah fonlu beyaz yazılı bu sıkıcı görünümün üzerine yazmayacaktım elbet, aklı başında kalmalı üç-beş okurumla, dinleyicimin.

Bu bir olay ki ya da oluş ki, ya da bir olayın sonuçları, yahut oluşun nedeni, bulamıyorum, ki neredeyse doğumumuza varacak erkenlikte oluyor ve belki de ölüm döşeğinde ayırt ediliyor.
O, göğün ve toprağın bir gözüktüğü yerde her şey apaçıktır.

Bu, bir garip takas kaçamadığımız. Karşılaştığımız günü hatırlamadığımız ve çarpışmanın, tanışmanın, kaynaşmanın halen sürdüğü, bu sebeple de sanırım, oluş olarak bildiğimiz, bu olay; semptomları eğer tespit edilmişliği hatırlanırsa çok olan, hatırlanmazsa unutulan, bu sebeple fazla belirgin olmayan ve adeta bir rüyayı andıran, çok ama çok yanıltıcı bir hastalıktır.
 Bu yanılsamayı ayırt etmek için, tıpkı rüyalarımızda olduğu gibi, acı bir batma yahut tatlı bir dokunma gerekecektir.

 Canı yanan, uyanacak; tadını alan rüyayı gerçek bellemek için uğraşacaktır.

 Tıpkı rüyalarımızda olduğu gibi.

Bu, göz göre göre karşımıza çıkıp, böyle böyle olacağını bile bile ona çarpmamızı beklemeyecek kadar akıllı bir varlığın ürünü: insanın. Bu sebeple de, sezdirilmeden, sanki ebedi ve ezeliymişçesine hayatımıza sokulup, üçüncü halin imkansızlığı ilkesiyle pekiştirilmiş ve gittikçe kuvvetlenen bir oluş formülüyle hayata geçirilmiş, türünün her bir varolan ve doğan üyesi tarafından başarısı onaylanan bir fikir olarak doğup, artık neredeyse bir gerçekliğe evrilmiştir.

 Bir garip takas değil mi şu; zaten öğrenci doğmuş insan evladının, insanın bir kurumunda tercih hakkı olmaksızın öğrenci sıfatı alması, üstelik bunun iyi niyetli falan değil, büsbütün 'yetkili o kimselerin' keyfine çalışacak bir savaşçı/işçi (yeni adı vatandaştır) yaratmaya yarayan çarpıtılmış tarihi gerçekliklerin kulaklara tıkandığı bir öğretim oluşu, bu öğretim sürecinin hiçbir şey ancak sonu hayat sahnesinde başka iktidarların uğruna harcanmaya giden zahmet ve stres ve kaygı ve toplumsal kopukluk ve hiçesayılma ve hiç olma getirileri ve tüm bunların tercih edilemeyişi sebebiyle kişinin hayatının bilfiil işgal edili oluşu karşısında; halen kalkıp da, verdikleri fazlaca işeyarar, doğru, doğal, yani matahmış gibi karşılığında bir de sınav başı onlarca lira istiyorlar gençlerimizden.
 Yılları alındığı, sosyal varlığı çiğnendiği, varlığının doğuştan gelme istek ve ihtiyaçlarının yozlaştırıldığı yetmemiş gibi, onu şu ya da bu şekilde ama bir şekilde doğurabilmiş ve yetiştirebilmiş ailesinin cebini ve bu yetimin harçlığının kalanını da istemektedirler!

 Yok artık sayın izleyenler.
Ne zaman televizyonu kapatacak da, vermeyi bırakacaksınız bu paslı kocanıza?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder