8 Aralık 2016 Perşembe

Kelebek

 İskandinav coğrafyasının ikramı beyaz tenin/kremanın üzerine/yüzüne kondurulmuş iki çelik mavisi vişnenin renginde bu göğün dumandan karaltıları altında ışığı biraz aksak ancak hiç de imkansız gelmeyen yeryüzünün en haşin kışlarının taklidi bir soğukla başbaşa kaldığında şehir, soğuk algınlığının ona uzun vadede yol, su ve ekmek olarak dönecek gündelik işlerine devam edip etmemesine karar verip vermeyeceğine karar vermeye çalışıyordu. Bugün üşümemeyi göze almak yarın üşümek ve ötesine uzanıyorsa, en iyisi kalkıp duşunu almalıydı.
 Solucanlar toprağın altındaydı.

 Şehir tam vaktinde metrolardan, minibüslerden ve özel araçlarından boşaldığında kendinizi görebileceğiniz kadar birikmiş sudan minik göletler, çatlak asfalt ve oradan sızan solucanlarla tanıştılar.
 Belkide solucanlar yüce kaçışlarını deniyordu, yoo, bunun için fazla sessizdiler.
 Sırasında kargalar halen şehirde konaklayan ağaçlardan duyuldular.
 Belkide kargalar solucanların kaçışını destekliyordu, yoo, bunun için fazla gürültülüydüler.

 Şehir sanki bir video oyunundan komuta ediliyor gibi düzenli ve çevresine bakma gereği duymaksızın işine, okuluna doğru uygun adım yürüyordu.
 Simler masalarına, sıralarına oturdular.
 Başlarında çalıştıklarını belirten simgelerle bezeli düşünce balonları belirdi.

 Balonlar yemeklerle dolduğunda bir süreliğine serbest kaldılar.

 O sırada hayat çaylar, sigaralar ve özgür sohbetler kesildi.
 Bugün sohbetin rengi pek acayipti zira bir çaylak katılmıştı Simlere. O bu hayata pek bir körpeydi, saf da demişlerdi.
 İşten, çalışıp tatil kazanmaktan, geçen tatil gidilen deniz kıyılarından bir çatlak açılınca bir tırtıl gibi sızıverdi:
 Onlara Simlere benzeyen sabah yolcularından, asfalt yüzlü eli çantalılardan, salt sesi kısılır ya da kesilir korkusundan ağzını açmayan çekiniklerden, ruhunu yansıtmak için vücudunu gece rengine boyayan ve bir gece olan vücudunda kızıl bayraklar gibi salınan saçlarını korumak için güzelliğini asla paylaşmayacak kadınlardan, bayideki yüzü yalnız üniversiteli kızlara gülen amcadan, ağzından sigarası eksik olmayan belediye işçisinden bahsetti, her sabah aynı köşede karşılaştığı, daima süpürecek bir şeyler bulan, ağzından sigarası eksik olmayan o çöpçüden.
 Şaşılacak bir sessizlik yarattı bu sözler, gürültüsü ağzından asla eksik olmayan şehri suspus etmenin yolu bulunmuştu. Öyleyse o yoldan sık sık gitmeliydi!

 Şehrin her yanını bir düşünce ve keder sardı. Derince soluklandı.
 Solucanın biri yalnızca çatlağın etrafında dolaşmama kararı almışa benziyordu.
 Sırasında kargalar halen şehirde konaklayan ağaçlardan duyuldular.
 Şehir nefesini verdi: ''Eee?''

 Gürültü, öğle molasını bitirmişti.

 ''Bunlar niye şimdi ağzından dökülecek kadar ilgini çekti?
  Bir tatil çok daha ilgi çekici değil mi?''

 ''Zaten senin olan vakti bir başkasından geri almak için aylarca zaten senin olan vakti bir başkasına vermek pahasına mı?''

 Şehrin dumanlı göğü artık bir fabrika bacasını andırmaya koyuldu ve orada şimşekler de yerlerini aldılar.
 İlk yıldırım halen şehirde konaklayan ağaçlardan birine düştü.
 Bu sırada solucanın biri halen şehirde konaklayan bir ağacı gözüne kestirdi.

 Şehir pek bir şahane olan pratikliğine başvurdu, şemsiyesini açtı.

 ''Fakat o kadın saçlarını niye açmalı, niye saçmalı, o çöpçü mutluluğu sigarada değil de nerede bulmalı, bayideki amca kendi beğenisine göre davranmamalı mı, ne yani, çekinik dediğin 'bireyler' konuşsalar da sesleri mi kısılsa, işe giden adam en mutlu ruh halini mi kuşansa, sen sabahları eğlen diye sabah erkenden yapacak şeyleri olanlar sırf sıradan olmamak için en dağınık biçimde dans ederek mi yol alsınlar?''

 Böylece güneşten birkaç damla sisi deldi, sis ve keder perdesini aralayan altın damlaların ardından şehri bir gülme aldı.
 Kendi ağacını arayan solucanın peşindeki diğerleri kargalardan birinin atılmaya hazırlandığını görünce salt asfalt kesildiler.

 ''Fakat'' dedi.

 Solucan ağaca varmıştı.

 ''Siz şehrinizdeki komşunuza mutluluk, kulaklara ağız, sıkıcılığa neşe, rutine farklılık, görevinizin bir gereği olarak herkese torpilsiz olmayacaksanız ne işe yararsınız?''

 Şehir birdenbire kederlenmemişti, bu tuzlu su da yalnızca asfaltta biriken yağmur suyundan ibaretti.
 Güneş kaskatı kesildiyse, artık ışık hüzmelerini damlatmıyorsa bu bulutların fazlalığındandı.
 Şehir hep aynıydı.
 Ona yalnızca ayna tutulmuştu, o kadar.

 Tırmanan solucan bir heyecan vaat ettiğinden onu izleyen ötekiler duramamış, peşi sıra koyulmuşlardı.
 Ne ki, yıldırımın canını aldığı yoldaşlarını da hatırlayarak karga büyük bir öfkeyle atıldı.

 Gülüş çay bardaklarında geziverdi.

 ''Körpesin sen daha.''

  Birkaç solucan gıkını çıkaramadan karganın midesinde sindirilmişti bile.

 Düşünce balonları böylece arkadaşlığın saatlerinden arda kalan tebessümlerle birlikte iş tümceleriyle dolduğunda, herkes işine geri döndü.
 Evraklar, dinlenilecek nutuklar, yapanı kesinlikle ilgilendirmeyen yazışmalar vesaire.

 Şehrin gündemi tekrar yerine oturduğunda nihayet kargalar beğendikleri sesleriyle gürleyerek gülüştüler ve orantısız güçleriyle kalan solucanları da mideye indirdiler.
 Birkaçı bir olay mahalli kurarak, asfaltın çatlağı etrafındaki solucanların da güvenle toprağın altına dönmelerine yardımcı oldular.

 Bir solucan halen hayattaydı.
 Ağaca ulaşmış ve ağacın gövdesini yarılamış olan solucan elbette.
 Kargaların kimi aşağıdan kimi de ağacın zirvesinden onu izliyorlardı. O şu anlık dokunulmazdı.
 Birkaç sebebi vardı.

 Hem yerden yüksekliği plazalarınkine denk gelmeye başlamıştı ve talihsiz solucanların aksine, kendi gündemiyle meşgul bile olsa herhangi işçinin gözü önündeydi, hem de hiçbir gaga onu kapamazdı. Zira böylesi bir hamle karganın kendine yapabileceği en büyük kötülük olmakla beraber bizzat ağacın kendisine de zarar verirdi. Böylesi bir zarar, başka bir şehirde hüküm süren daha büyük bir çınarın dallarında konaklayan daha büyük kargalarca hiç ama hiç hoş karşılanmazdı.
 Hem de hiçbir karga repertuarında ağaçtaki solucanı yemekle ilgili bir melodi yazmıyordu.
 Kelebekle ilgili pek çok vardı, zira kelebekler sahiden epey güzellerdi.
 Kargalardan çok daha güzel.

 Bu yüzden doğruca mideye yollanırdı.

 Ayrıca en tepedeki karganın doğrultu olarak ona doğru tırmanan (elbette neyle karşılaşacağını bilmeden) solucanda gördüğü bir şey ona merhamet etmeye itiyordu yüreğini. O da böyle başlamıştı, kargalara kafa tuttuğunda takdir ve rütbe kazanmıştı.
 Solucanın da bu talihi yakalamasını ümit ederek bekledi.

 Beyaz ve dumandan bulutlar yorgunluk duşları halinde şehre inip aşağıdan gökdeleni ve gecekondusuyla bütün bir şehrin siluetine gecenin sarılışını izlediler.

 Gün sonunda herkes akşamın perdesi çekilirken yolunu tuttu.
 Burunlar akmış, kulaklar kızarmıştı ancak yine de yarınların ekmeği güvence altındaydı. Şu patron ne cömert adamdı.
 Yalnızca sabah erken kalkmak karşılığında ne çok para, ne çok tatil ve yol ve ekmek ve su veriyordu.

 Yalnızca o çay bardaklarına o gülüşleri bırakan o kişiler akşam uyuyamadılar ve sonraki gün şimşek tarafından kül edilmiş kargaların temsili cenaze törenine katılmadılar.
 Körpe kargaların törenine gitti ve önceki sabah gördüğü solucanların niye yerinde olmadığını sorguladı. Birisi ona 'temizlendiklerini' fısıldadığında ona sesinin pek bir karga olduğunu söyledi. Bu deyim halen çirkin bir mana taşıyordu ve adam darılıp onun yanından ayrıldı.
 Biraz daha hareket alanı bulmuş olan körpe solucanların niye bir cenaze hak etmediğini sordu durdu.
 Kalabalık dağılırken körpeye verebildikleri tek yanıt omzuna usul dokunuşlardı.

 Azimli solucan geceyi ağacın çatlaklarından birinde geçirmişti. Bulunduğu yer kargaların törenini görebileceği kadar yüksekteydi.
 Üzülmedi.

 Devam etmeye koyuldu, henüz yolun yarısındaydı ve yolun yarısına gelmiş olmak bile tüylerini başarmış olmak hissiyle dikeltiyordu. 
 Yolun yarısı bile ne çok ilham ve ne çok katliam olmuştu.
 Kimse başka yollara hoşgörülü değildi.

 Tırmandı ve tırmandı.
 Asfalt onarıldı, solucanların göğe erişimi engellendi, güneş zaman zaman şehri altınıyla yıkar oldu.

 Sabah yolcularının rutininden hiçbir şey eksilmedi.
 Sabah yolcuları o ağacın dibinden pek çok kez geçtiler ve ağaca tek bir kez bakmadılar.
 Sabah yolcularının en meraklıları ağaca pek çok kez baktılar ve salt bakırdan kabuk görüp, salt karga sesi duydular.

 Solucan bir karanlığın içinde ancak iştahından ödün vermeden yürüyordu.
 Görülmüyordu, alkışlanmıyordu.

 Tek bir motivasyonu vardı, tırtıl kardeşinden aldığı öğütle dallardan birine kozalanmak.

 Böylece şehre güzelliği ve rengi hatırlatabileceğini düşünüyordu.
 Böylece şehre kelebeği hatırlatabilirdi.

 Bir günlüğüne.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder