20 Kasım 2016 Pazar

I- Sarmayan Derbi

 ''Bugün derbi var izleyelim mi?''
 ''Yok.''
 ''Olum maç Kadıköy'de eğer cimbom yenerse acayip olay olur.''
 ''Ne olur?''
 ''Ortalık yıkılır en iyi ihtimalle.''

 Ters köşe durumları seviyoruz.
 Birisi kendi kalesinde topallayacak olsa hoşumuza gidiyor, güçlüleri izlemeyi seviyoruz.
 Güçlülerin zayıf anlarını görmeyi de daha çok. Gözümüzde büyüttüğümüz o karizmatik auranın bir ya da birkaç anlığına bizim gibi zayıf, etten ve kemikten, kırılabilir olduğunu gördüğümüzde bu müthiş keyifli oluyor.

 En konudan alakasız adam ve kadınları bile kendine çeken bir gösteri bu. Spor, rekabet, taraftarlık değil.
 Konu da spor, rekabet, taraftarlık değil.
 Yıllardır konum ilaç, kendi ilacım.

 Büyük şeyleri seviyoruz.

 Erkekleri büyük beğeniyoruz, kadınları büyükse kovalıyoruz; mevkiyi çekici kılan ne kadar kişiyi küçük düşürdüğü oluyor, ne kadar adam ve kadın o mevkinin hizmetindeyse koltuk o kadar büyük oluyor zira.
 En keyifli tabak, her şeyden çok çok, yani sayıca büyük konduğunda oluyor.

 Bir şehri büyük kılan, onun büyük binalara sahip olup olmadığı mesela. Devasa gökdelenleri olan, büyük şehir adını almaya layık görülüyor.
 Bazı şehirler de 'büyük şehir' sıfatının getirilerine kıskandığı ama gücü o kadar büyümeye yetmediği için, nüfusunu çoğaltıyor, sayı olarak büyüyor.
 Bir hile ancak işe yarıyor.

 Büyük şeyleri seviyoruz.

 Bilmiyorum kaldı mı ama bazen, bazı kişiler birbirini sevdiğinde birbirine kocaman peluş ayılar hediye ediyorlar. Minik olanı beğenilmiyor (?) ya da zaten sevgiliye hediye sınıfına girmiyor.
 Büyük arabaları reklamına koyan dondurmalar bir anda en çok satan ve en prestijli oluyor, büyüyor.
 Çoğunluk herhangi zamanda yüzüne bakıp düşlere, düşüncelere dalmıyor, hayatının kararlarını onun ışığında değerlendirmiyor ancak bir gece büyük olmaya karar verdiğinde, Ay bile herkesin ilgi odağı haline geliyor.
 Pekala, hileli bir örnekti...

 Ama beni anlıyorsun, büyük şeyleri seviyoruz.
 Ne olursa olsun, büyük düşüşler, büyük yükselişler, büyük hikayeler, büyük kalçalar, büyük kolyeler, her büyük yanağı ayrı ayrı seviyoruz.

 Bu 'büyüklük' fetişi niye bizimle bilmiyoruz ancak nasıl olduğunu biliyoruz. Kodlamalarımızdan biri olmalı.
 Boş bir levha geliyorsak da, bir levha olarak geliyoruz. Bir şey olarak, geliyoruz. Bir şey.
 Levhayı dilediğince renklendirebilir, şarkılaştırabilir, boyayabilir, çizimlendirebilir, istersen ömrünün her gününden birkaç saat ayırıp her günlük gazeteyi kaydedebilir, tüm klasikleri, tüm insanlık tarihini, doğabilime dair öğrendiğin her şeyi, sevdiğinin doğum lekesinin genişliğini, doğacak kızının günümüz dünya ve ülke şartlarında nasıl bir zihne sahip olması gerektiğine dair sorularını, Afrika'daki bekaret ritüellerini, iglolara misafir olan erkeklere eşini ikram eden kabul olunmazsa küsüp darılan eskimoları yazabilirsin ya da herhangi sınırsız absürt, sınırsız komik, sınırsız trajik şeyi ve bilgiyi.
 Ancak yazıp-çizdiklerin en nihayetinde levha kadar olabilecektir.
 İşte insanın büyük resminin sınırı, levha, bizim ancak dizginleyebildiğimiz kısmımızı temsil eder.
 Vahşi doğanın bir hatırası.

 Savaş, kan, soğuk, strateji ve ölüm ve kalım. Korku ile endişe. 
 Tüm o karanlık zamanlardan bir şekilde hayatta kalarak çıkmış ve bize de kalmıştır içimizin bir parçası. 
 Hanımlar beyler, bizler dar eleklerin eleyemediği tohumlarız.

 Yine de tarihimiz bizi ondan koşar adım uzaklaştırsa da, o yine arkamızda.
 Ve sana yemek yemeni, su içmeni, işemeni, seks yapmanı bağırarak geliyor arkandan.
 Öğrenerek ya da yaratarak kendine katmadığın, default olarak fabrika ayarında mevcut kodlamaların sahibi.
 Levhanın ta kendisi.

 İşte, özgürlüğünün bittiği bu köşede onunki başlıyor. Büyük çerçeve.
 Senin karalama tahtan ancak bu çerçevenin haricinde kalan kısımlar oluyor. Kısıtlı ve neredeyse köle bir özgürlük.

 Yoldayken bir anda girilen öyle bir çıkmaz ki bu, bir büyük çelişki gibi geliyor kulağa.
 Öyle bir paradoks ki, heyecan uyandırıyor.
 Büyük bir ters köşe işte, kozmosun her köşesinde bulduğumuz gibi.

 Büyük şeyleri seviyoruz.

 Bu da kodlamalarımızdan biri olmalı öyleyse. Ancak nasıl bir anonim yazılım ki ne kaynağına dair kesin bir söylenti yayıyor, ne de kodlarını paylaşıma açıyor.
 Kodlarla oynayabilsek amma eğlenirdik değil mi?
 Ki yavaş yavaş oraya geliyoruz, genetik bilimi ilerliyor.

 Yaa, büyümeyi ve büyütmeyi de seviyoruz.
 Büyüklük hoşumuza gidiyor, çünkü bazen bizi geliştiriyor.
 Bazen en keyifsiz düşüşlere sebebiyet veriyor.

 Çünkü levhada bir tuzak boşluk var.
 Evet anonim yazılım sahibi kasten bir mizah bırakmış buraya. Sonsuz büyümek istemiyle alakalı ve tüm büyüklük fetişistleri için.
 O boşluk, gerçekliğin ta kendisi. Onu bulup, kendine tekrarlayarak öğretmen gerekiyor.
 Fabrika ayarında yok.

 O senin büyük şeylere özenmenin tek sebebi.
 Büyük şeylerden keyif duymanın, belki de keyif duymanın tek sebebi.
 Bu senin kodlaman evet, fakat kodlamana format atan bir gerçeklik var ve hiç kolay olmadığı gibi bütünüyle gerekli bir çekimi kütlenin.

''Bir bombadan gürültülü olabilir misin?''
 Sahiden, senin en devin kendi ömrünü yenebilir mi?
 Sahiden, senin en büyük silahın seni yok etmek dışında bir halt eder mi?
 Senin 'büyüklüğün' bile bir düşünceden, birazlık elektrik akımından ibaretken üstelik.

 Büyük şeylere aşığız, küçük olduğumuzdan olmasın sakın?

 Yürüyebilen ete sarılı kemik torbası.

 Takım elbiselerin, parlak küpelerin, alışkanlık haline gelen maskelerin günün sonunda aynaya baktığında hissettiğini değiştirmiyor. Mide bulantısı.
 Çünkü estetik bir hayvan.
 Aslında kendine ait olmayan renkleri ve kumaşları, hem kendini hem herkesi kandırdığına inanarak, bedenine sararak olduğundan büyük ve güzel görünmeye çalışan bir sahtekar.
 İşte insanın büyük resmi bugünlerde böyle görünüyor.
 Her yönüyle, çerçevenin içinde.

 Ah henüz yola çıkmaktayız, bu birinci durak.

 Sıradaki istasyon:

 Peki aslında maskesi olan tüm o ona ait olmayan güzellikler ve güçler, bunlar uğruna verdiği emeği gösterdiği için değerliyse?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder