Veda metnim hazırdı birkaç haftadır lakin salla, sana doğaçlama girişeceğim. Neticede seni iyi tanırım, bisiklet sürmek gibi.
Sıkıntı, burası hatırladığım gibi değil. Tozların arasındaysa biraz astımım tuttu. Neyseki bu siteye bir daha uğramayacağım.
Yine de bu şarap senin için, önemsiz olduğunu düşünmemelisin lakin oldukça işlevsiz.
Burada artık kimsesizsin, ben bile uğramıyorum. Şöyle bir baktığımda hoşuma da gitmiyor.
Ah, ne de beğenir geçmiş yüzyılların ustalarının yıldızı değmiş tümceler görürdüm eskiden. Şimdi hoşuma gitmiyor.
Kimse eski kustuklarını sevmez zaten.
İlk dekat antolojimiz bir ölümün müjdesiyle derleniyor. Uğramamak üzere dokunuyorum piksellerine.
Seninle işim basitçe yere bırakarak bitecek. Böylece seni öldüren ben olmuş olmayacağım. Öylece oldu denecek, gerçekliğin bir getirisi. Sadece varsa kafamda seni tutan bir-iki nöron, onları yeniden görevlendireceğim. Düşeceksin.
Benim kusma kabım. Romalılar daha zarif bir ifade geliştirmişler buna, benimki biraz kaba.
Öte yandan niyetimi direkt belli ettiysem de üzerine biraz konuşacağım.
Onlarca metin içinden seni refere olarak disosiyatif motoru aldım. Sebebi rezaletin uçlarını göstermekti. Kusma kabı tüm kişiselliğiyle bile kişisel olmayan bir şeydi. Bencil yazılarımızın bencil olduğunu belirtir ve dalaverede bulunmazdık. Arada tek tük olurdu. Yalnızca kendinden bahseden ve bırak dünyada bir şeye işaret etmeyi, düşünsel bir form bile olmayan, yalnız edebi bir estetik veya içsel bir kavgayı aktaran. Fena değildi herkeste olan iç meclisi bir gemi ve deniz metaforuyla ifade etmen ve yine herkeste olan içteki çeşitli kişileri seslendirmen. Yine de, peygamber metaforları kokuyordu ve neydi o renkli yazılar? Üstelik herkesin kendine psikolojik rahatsızlık beğendiği yıllarda kendine disosiyatif bir tanrı kompleksi seçip buna mı subliminal yollar örüyordun? Peh, o zamanlar gözünün çarptığı her yerde bir bipolar illa oluyordu veya havalı gözükmek ümidiyle biseksüel olduğunu iddaa edenler. Denedik tabii aynı cinsleri öpmeyi, tat vermedi. Terimler ilk yayıldığında da bir düşündük biz de olabilir miyiz diye. En mantıklısı disosiyatif bir tanrı kompleksiydi. Zira realistti, hepimiz gerçekliğimizi kendimiz yaratıyoruz (birey olabildiysek) ve içimizde tüm zamanlarda farklı sesler var (düşünme süreçlerimiz). Daha renkli ifade etmek istersek, tanrılar ve tanrıçalarız hayatlarımızda, iç meclislerimizle. Ve aşk da bir karşılıklı tapınma işi.
Neyse gençlere çok yüklenmemelisin, herkes kimliğini arıyor.
Neydi o deniz kadını? Öyle biri mi vardı? İlhamını ne zaman bir kadın belirledi?
Zamanında farketmesem de bu dalavereler, sırf güzel duruyor diye bir tümcenin arkasına ötekini takmalar itti beni. Bu sonradan oldu. Hep böyle değildi.
Neyse kendine çok yüklenmemelisin, biçim zevki zaman zaman değişir.
Rahminden çıktıkların bile seni farklı biliyor öte yandan kimseye asık surat borçlu değilsin.
Her şey aynı anda oluyor, farkındayım. Kafada açık bin sekme kafa karıştırıcı gelebilir lakin hepsi özenle inceleniyor.
Yazdıkların bok gibi. Hoş, herkesin yazar olduğu noktada. Kendine hiçbir zaman yazar demedin ve bu yönünü seviyorum. İddaan "yazmak" değildi.
Bir konuşma da değildi, şu anda da olmadığı gibi. Kimse ne öğretmendir ne kahraman. Bu, benim için. Şöyle bir dünyaya baktığında üç beş yüreği yoksuna niye laf anlatayım? Bu, benim için.
Üstelik bu satırlarla kimse ilgilenmiyor artık. Beslenmeyen ağaç ölüyor ve ne hoştu ilk defa birinin biosunda alıntılandığını okumak.
Öte yandan bugün bambaşka biçimler söz konusu. Yeni kıyafetler. Zaten blogspot bir araç değilse neydi? Dönüp seni hatırladığımda, ki seni kendi biolarımda çürümeye yüz tutmuş olarak buldum, diriltmeyi düşündüm. Bir gece personası, gündüzüyle ilgisiz. Veya gündüzü onun personası. Kimse bilmese de olur.
Lakin geri dönüş olanaksız.
Geçmiş yıllar geçmişte kalıyorlar. Yani artık yoklar. Geçmişte seni ören eller de öyle. Her şey daima yeni ve her şey daima ileri gidiyor.
O halde seni tatlı tatlı defnetmeli. Hakettiğin ölçüde tatlı. Belki de değil. Keyfim öylece bırakmak istiyor. Vedalar gözü önüne kesin bakmıyorsa illa bir pranga oluyor ve ben vedalarda oldukça iyiyim.
Doğru kullanıldığında ne de etkilidir vedalar. Bir şeyin ışığını alır ve başka bir şeyi aydınlatır. Bir sinek olan insansa daima ışığa gelir. Bu noktada zamanın ruhu on binler değil yüz binler. Şaka tabii, insan sinek değildir. Yine de ışığı sever. Tüm gözleri karanlıktadır ama.
O halde antolojimizi derleyelim. İlk dekatın parlak noktaları.
Fazlaca karışmadan evvel, söylemeli ki bu bir zamanlar akşam olan krallığın ekinoksu. Hepimiz anda yaşar, gözlemler, korur, elde eder ve bazen fethederiz küçük kahkahaları, şanslıysak biraz da gözyaşı zira bu bize hayatta olduğumuzu hatırlatır. Gece yarısına yaklaşırken, ne zaman gündoğumuna varacağımı bilmiyorum.
İlgimi de çekmiyor, göreceğiz, bu seni sıradan birinin içine alan bir bilinçaltının günlüğü gibi. Gözlemlemiş, korumuş, elde etmiş ve fethetmiş küçük kahkahaları lakin bir gözyaşı yakalayamamış. Bu ifade ederki bu kişi canlı değildir. Ölüm, başlangıcıdır o kimyasalların damarlara ve oradan kalbe, ilk atış, sonra beyne ve öyleki şimdi ateşle tutuşmuş, kıvılcımlar, ışıltılar loş bir ışıkla o siyah ve gri bulutları aydınlatıyor ve daha yüksek bir gücü çağırıyor. Yolun sonunda yine yalnızca insan, sıradan biri. Gözlemleyen, koruyan, elde eden ve fetheden küçük kahkaları ve ümit eden bir gözyaşı yakalamaya. Tabii bu bir şaka, yakalamadım, varlığından bile emin değilim. Bir ilizyon gibi, rüyasal bir yaşam sekansı diğerlerinin bizim hayat dediğimiz bu rüyasal aleminde. Bazen oraya düşüyorlar, bazen oradan çıkıyor gibi hissediyorlar, bazen parmak uçlarının tam yüzeyin biraz dışına çıktığını yakalıyorsun. Yine de dalgalar onları geri alıyor. Lanetliler ve belki de kutsanmışlar orada yaşama kabiliyetiyle. Arafta yaşamaya başladığımda belki öylesi daha iyi olabilir diye düşünmüştüm.
Tabii gökyüzü, limitini bilmiyoruz, nerede bitebileceğini, bitip bitmediğini, sonsuz gözükse dahi elimizdeki bilim değil yalnızca bir takım sezgilere veya yüzyıllar önce yaşamışlara dayanan iddaalar.
Farklı yüzyılların farklı bilgi tabanları, farklı kaynakları, aşağı demek istemem.
Lakin şimdi, deniz, bilinçaltının bir metaforu değil, hayatın sana fırlattığı ve seni hayatta tutan ve seni oradan oraya sürükleyen tüm frekanslar için çok daha büyük bir metafor. Çoğunlukla frekansı, kendi yayınını veya belirli bir raddeye kadar çevreyi kontrol etmedikçe kontrol edemeyeceğin şeylerden oluşan ki hepsi gerçekleşmiş, gerçekleşmekte olan ve gerçekleşecek olanı belirleyen bu daha büyük olan kaotik düzen tarafından orkestra ediliyor. Onu kendi biçimine bükebilirsin, iradene ve nişan alabilir, sakatlayabilir, dövüşebilir, kırabilir, acıtabilir, besleyebilir, yetiştirebilir, içine yaşam üfleyebilirsin.
Genç bir erkek olarak kendimi arafta buldum ve bu büyük okyanusun ne kadar derinleşebileceğinin limitlerini biliyordum. Belki lanetlenmiştim bilgeliği ve bilgisiyle bu varlığın. O bana konuşur, sorar, nereye gitmeli, ne yapmalı ve nasıl yapmalı. Bir şekilde onun anahtarlarını elimde tutuyorum ve belki de kutsanmışım. Lakin gökyüzü, bir sezgi bana her ne kadar ayaklarımın altında olanın bir ayna, yalnızca bir yansıması olduğunu yukarıda olanın fısıldasa da, hala sorular doğuruyor orada bilinecek neyin olduğunu tümüyle anlamak için. Ya da bilinebilir mi? Yani her ne kadar bazı terimler onu isimlendirmeye çalışsa da, sanıldığı kadar kompleks değil ve tanrı var değil lakin sadece bir çift göz sana bakıyor, seviyor, gülüyor ve bazen seninle birlikte bir gözyaşı yakalıyor. Yine de hala tüylerimi ürpertiyor ve derin bir odakla tüm bu bokun ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyorum.
Limitleri biliyorum, şüphede değilim, köşelerimi biliyorum, varsa kıvrımlarımı ve ne bekleyeceğimi veya ne beklemeyeceğimi. Ona yakın olduğumu bile düşünmüyorum. Kalan seçenek, kalan tek seçenek orada ne olduğunu bilmek için, ki, yüzeyin altında olduğunda tüm yaşamınla korkacağın tek seçenek. Ve her ne kadar takılan, alımlı bir seçenekse de ne sikimde ki? Onu belirsizleştirmekten hoşlanıyorum, onu daha da uzağa itmekten zira kapı bir kere açıldığında ne kadar göz açıcı olsa da çoktan ölüyüm ve bakıyorum. Kovalamıyorum. Bekleyebilir. Bunu büyük bir gülümsemeyle yapabilirim ki ben geldiğimde tümden sırılsıklam olabilir. Şöyle ki, şu an, katedilen yolu farkediyorum ve bol meyve görüyorum, iyilerinden.
Gece yarısına yükseldiğimizde kendimizin okları olacak. Kimsenin atık yıldız tozlarını görmeyeceğiz ki bu oklar yüzey altı kalan varlığın atomuna derinlemesine penetre olabilecek ve bunu kesin olarak kullanmak tam da bu nefret zincirinin ihtiyaç duyduğu fırsat olabilir. Onun yerine kendisini kaotik düzen olaran isimlendiren varlığın derinlerinden öylesine bağlayıcı ve su yüzüne çıkan bir sevgi zinciri yükselebilir ideallerin bulutlarının kendisinden ve barışın rengiyle zira yükselen zeka insanları bulur ve savaş bir başka insanı öldürmek teşebbüsü değil, çaresizliği, ümitsizliği öldürmek teşebbüsüdür. Öyleyse zihinle beraber, ölmenin sebebi ölür. Kimyasallar atomlarımdan damarlarıma enjekte olduğundandır, kalbe ulaştı, donmuş bir kalp biçimde bir ateşi tutuşturdu ve güzelce yerleşti. Sonra beyne ulaştı ve her ne kadar siyah gri bulutları olsa da görkemli şimşekleri manifest edebiliyor, her ne kadar loş ışıklar arasında da olsa, bizim evren dediğimiz bu gövdeyi besleyecek elektriği ateşleyebiliyor.
Her şey ileri gider, sana gelen her şeyde bir anlam vardır.
Bu maceranın gövdeye ne açıdan yardım ettiğini tüm kapsamıyla bilmiyorum lakin gözlemleyebildiğim kadarıyla sorunun kovalamacasında gece yarısına ulaşmanın yolu aydınlanıyor ve herhangi başka şey tümden alakasız. Tüm varlık gözünü bu ikileme çeviriyor:
Biz mi gerçekliği yaratırız yoksa gerçeklikle mi yaratırız?
Bu anı rüyamda görmüştüm bir keresinde. Nasıl bittiğini gördüm, nasıl başladığını da gördüğüm gibi ve hiç bu kadar emin olmamıştım ki bu kesinlikle, son.
Boş vaktini paylaştığın için minnettarım. Yine de teşekkür etmiyorum ki sen sadece zevkini takip ettin, her ne arıyorduysan onun biçiminde.
Ki ben artık yazılmış kelimeler değilim. Konuşulan kelimelerim.
Ve geceyarısında esasen bu sesi seslendirenin ne olduğunu duyacağız.
Ve her ne kadar aslında ne olduğu alakasızdıysa da, onun gerçekliğine bir derece daha ekleyecek ve atomuna konuşan da bu.
Büyük sorunun kovalamacasında, zira cevap onun ardında gizlidir ki soru onu bulmak üzere gizlidir.
Şimdi.
İlk dekatın yaş notları.
**
aylar sonra karşımda, elimi tutmak için izin istiyor. "özlemişim" ve sigarasından bir nefes. markası aklımda. eh, ben içmezken, sigara içen öptüğüm ilk kadın. "ayrıldığımızdan beri her saniye, her dakika aklımdaydın." ve bir şeyler daha diyor burayı hatırlamıyorum, sonra "... fakat artık bir kalbin olmadığına eminim." kalbimi kırıyor. başkası dese övgü kabul eder göğsüme rozet yapardım. oyun oynadığına eminim, beni tanıdığı gibi ben de onu tanıyorum. tiksiniyorum ve o gece hayal kırıklığıyla uyuyorum. iyi ki ayrılmışım.
**
**
gözlerim yanıyor, bir sahne, sahnede bir telefon, peki, gidiyorum, anahtarı var bende bu evin. daha önce kovulduysam da üstelik bir dandik sebepten. saygı duyuyorum bireysel gelişim atılımlarına. birkaç gün ayrı kalabiliriz.
kapının arkasında yorganı bir tanrıça heykeli tasviri gibi vücuduna yarı yarıya örtmüş beyaz bir kadın, elinde şarap kadehi ve diğerinde sigara, makyajı gözyaşlarıyla akmış, görsel beni al diyor.
bendeki sorunu anlamadım, niye yapışıyorum insanlara, intihar edecektim, bana hayat ver diyor.
bu sinemayı ben seçmedim, başıma geliyor. zaten içkiliyim.
trajediyi ödüllendirmemek için onunla birleşmiyorum. ama güzelsin diyorum, o yüzden giyinmen de yasak, ya üşürsem diyor, o halde çıplaklığını bana iyice yaslarsın diyorum.
normalde yapmam, pantolonla uyuyorum.
sarılıyoruz.
kalçasını bana bastırıyor.
**
**
güzelliğimi hastalıklar aldı diyor. ciddi hastalıklar, eskiden çok güzeldim. hayır diyorum sen çok güzelsin. fakülte güzeli seçiliyor. seviştiğimiz birkaç ay içinde memeleri büyüyor, eski haline geliyor. o sırada annesi kanser oluyor. ikisi için de üzülüyorum. bir gün arkadaşımla olduğum için onu aldattığımı düşünerek telefonda bana ağır ve yaratıcı hakaretler ediyor. onunla günlerce konuşmuyorum. benden ayrılıyor. 1 hafta sonra arkadaşlarım onu benim tam tersim bir herifle görüyor.
birkaç haftaya bana dönüyor. yallah bıyıklıya diyorum.
ülkücüye siktirdiğin iyi oldu, kafamı sikmendense, artık trajedine üzülmem gerekmiyor.
**
**
eskiden ben ben değildim diyor. şimdi her şeye özgürleştirici tarafıyla bakıyor. pandemi oluyor. benim kararımla evlere dönüyoruz, olur da hastalanan olursa diye. biz genciz. evin soğuk arka odasından bana vücudunu atıyor, sıcaklığı benim. doğduğu yerde o yine o olamıyor. telefonda bir anda başlayan aile kavgasını duyunca ikna oluyorum. üzülüyorum ona. onu tanıdığım yılların sadece bu çok küçük bir kısmında onu öpmek istemiştim ve sanki kader bunu ve onu cezalandırıyor. sabahın köründe içime doğuyor ve eski otogarda denk geliyoruz, gurur duymuyorum bundan diyor ama önce resetlenmeliyim. benden gizlemesine anlam veremiyorum. arkamı dönüp yürümeye başlıyorum.
**
**
gözlerinin içine bana odaklan dediğimde bana sığınmıştı. kontrol edemezse güvenemiyor, bense kontrol sevmiyorum. bence toksik olan bir şeyi bitiriyorum, tümüyle kayıt dışı.
**
**
rahim, kalbindeki bıçaklarla kızgın, erkekliğe lanet ediyor. mahalle dinliyor. hepsini hadım etmek lazım diyor. krizlerden yalnızca birisi. benim zorumla profesyonel desteğe yöneliyoruz. o vakit, '90larda bir densizin dediği gibi bir şeylerin musallat olmadığı inceden ortaya çıkıyor, yine de bir süre daha muskalar kalıyor.
kalbimi kırıyor, insanlar kendinde güç bulamadığında.
narsist diyor, tam tanımlayamasa da, instagramda öyle okumuş. bana da hep dendiği için, üzülüyorum. lakin bana denmesiyle onun ona demesinin sebepleri farklı. bana, ayrıldığımda duyulan üzüntünün bir yansıması olurdu, zaten nedense değişen jargon egoist kelimesini narsistle değiştirdi. yine de o an bunu duygusal olarak ayırt edemiyorum.
yargı geliştirmiyorum, insanlık halleri. şaşırmıyorum da, beklediğim sonuçlardı.
lakin öfkeleniyorum, insanlar mutlu olamadığında bırakmadığı için.
kültüre küfrediyorum insanları zorunda hissettirdiği için.
bu öfke ak saçlıya vurmamla devam ediyor. biraz sonra barışıyoruz.
insanlar kişisel trajedileriyle beraber onları kabullenebildiğim için şanslılar.
**
**
şehirden kaçıp bir büyüğüne geçiyorum. tek başınayım ve buna bayıldım. serserilik içimdeki çocuğu öldürüyor. yolumu kaybeder gibi oluyorum.
**
**
yolumu kaybetmiyorum.
**
Zamanlamalar elbette rastgele. Kum saatine sığdırılmış zamanlık, kusma kabı antolojisi, lacrimarium.
Faz başladığında bu site silinecek. Silinmiş ögeleri ve yayına devam edenleriyle zaten arşivimde.
İlk dekat ve Spetzi boyutu.
Parlak ve yaş notlarıyla.
**Bıraktım.**
Yol hareket ediyor.
Kırıkların ufukta kayboluyor.
Seninle olmak bir gururdu.
Şimdi işlevsiz.
Siktir, göt herif, ehehe.
Gece yarısında görüşürüz.