5 Nisan 2025 Cumartesi

Gürültü İnsanları II

  Dünyanız mide bulandırıcı. Her iliğimin bir midesi sanki ve hepsi aynı anda yıllarca bulanmaktan, her hücrem öfkeleniyor, ağlıyor ve aynı anda hastalanıyorlar gibi. Ben bunu gören ve rahatsız olan büyük ağabeyim, yani beyin. Dizayn eden, isteyen ve tasarlayan. Gerçekçiyim, söz veriyorum cinlerden daha inandırıcıyım.

 Aslında hepimizde olan bir ışığın gitgide kısılışını, sesinin kesilişini ve kaslarının güçsüzlükle sızlamasını izler, hisseder gibi, yakınından geçen bir nehrin güzel topraklara yuvarlanışını. Oysa önemsizdir, gören gözler gibi, artık görmeyen ve görmesinin lüzumsuzluğunu kabullenmiş. Ne bir at gözlüğü ne de bir geçici saç törpüsü perdesi, en kötüsü mühürlü bir kalbin kendisini ve vücudun kalanını çürütüşünü izlemek. Kemiklerine kadar eriyerek veyahut kemikleri görünmeyene dek şişerek. Pek çok kafatası mezarlarda ve pek çok yağ tulumbası, yeryüzünde.

 Kimi için yaşlanmanın kişi ve sevdikleri için mırıldandığı bir arabesk melodi, kimi için bir özgürlük telaşı oysa hayat neyse odur ve düşünülen, hissedilen her şey anne sütü kadar doğal, onun kadar hak, onun kadar yeterli ve onun kadar yetersiz. Tam da o kadar göreceli, tam da o kadar kişisine, kişiye göre. Her meme bir değildir lakin tüm memeler güzeldir.

  İzin vermek iyidir, ne olursa. Yaşam bırak aksın, o dönütler lazım, bu noktada o dönüt konuşmak yoluyla. Alınmadan duymayı bilmeli, ne derse desin. Anlamak için açık olmayı bilmeli, her ifade bir alt sebebe dayanır. Kızgınlar üzgün, üzgünler kızgındır. Öte yandan monarşiden demokrasiye, al bu ürün bu da fiyatı demektense müşteri hizmetlerine, monologtansa diyalogun tercih edilmesinde bir sebep var, devrin değiştiğini unutmamalı. Bunların sebepleri var, fayda böyle elde edildi, insanda fayda ve faydasızlık hesabı kritik sonuç doğurmuyorsa değişim olmaz. Sadece sahiden önemli ve ilerici fikirler hayatta, uygulamada kalır. Senteze varana dek önce tezler çarpışır, kanlı ve acımasızca. Geliştirebildiğin yanıtlar tatmin etmiyorsa, direnmek faydasız, dönüşeceksin, milyonlarca yıllık canlılar tarihinin doğurduğu binlerce yıllık insanlık tarihi neyin çalışıp neyin çalışmadığını ömürleriyle ölçtü, biçti ve tespit etti çoktan. Sessizlik bize göre değil, yer gök inledikçe dinleyeceğiz, tamam? Söz veriyorum gece tesellisi dualarından ve hayalet masallarından daha gerçeğim, beni kucakla.

 Tepesinden tabanına kadar yüzyıllarca ezilmiş bir omurganın ne zaman ve nerede özgürlüğü övebilmesi beklenir? Nasıl yapacak, hangi nedenden onu arzulayacak? Savaşlarını yiğitçe dövüşebilmek bir hünerdir, tanrım, pek çok hünersizlik ve pek çok sakatlık ruhlarda. Hiçbir gerçek ruh hastası hastanelere gitmiyor. Rezilliğinizde, kendi küçüklüğünüzün içinde ıstırabınız sonsuz ve bu beni senelerdir geceleri rahat uyutuyor. Seni de uyutsun, için rahat, benimki gibi.

 Bir veya birkaç kişi, varolması diğer varolanlarca kısıtlanması hürriyet midir hala? Güçlü gücünü zorbalıktan almadıkça güçlü veya aldıkça mı sahiden güçlüdür? Hakedilmiş olanla, kandırmacalarla haketti imajı çizen ve başkalarının hür iradesini sömüren bir midir? Tüm bu kelimeler, kavramlar neyin nesi, sahiden fark ediyor mu veya tüm bir kalabalık kendi tabiatını teğet geçmeyi bu kadar ısrarla başarabilir mi?

 Dil bir sebepten yapılmış olsa gerek, kelimeler türediyse insanın dünyasında bir düşüncenin, bir duygunun karşılığı olmalı, peki biz onu ciddiye alıyor muyuz? Yılan bize dokunmadıkça ne farkeder mi, dokunsa da duyuyor muyuz?

 Hangi an geldiğinde virgüller, noktalar önem kazanıyor ve ne zaman o ağlayan kalbin huşusunu iki çift göz tüm vücudunda hissettiği bir yakınlık, anlayış duygusuyla uzun zamandır içinde tuttuğu çatışmanın geriliminin rahatlamasını uyumla, anlayışla karşılayıp aktarıyor?

 Çok fazla mı soru? Biraz belirlilik istenen, pekala, bu dünya ve önceki tüm dünyalar; yüzyılları, yılları, sosyolojileri, yaşayanları ve yaşıyor görünenleriyle bir yanılsamadır. Görmek dahi beyindedir ve insan psikolojisinin bu muazzam boyutta tiyatrosu her zaman rolleri, sahneleri belirli, kolay öngörülebilir halde seyir etmiştir. Anlık gelişmeyen yanıtlarımıza hesaplılık diyor doğal kabul etmiyorsak, bir kurgu evreninde yaşıyoruz demektir. Bilinen tanımıyla beşeri dünya, sahteliktir. Kimi kurgularımız doğallığımızı korumak ve yüceltmek içinse de. Tıpkı Gürültü İnsanları II gibi. Her şey gibi, bu da tartışmaya açık.

 Öngören beyinlerin, önleyebileceği her şeyi gözardı etmesi ve kendisini avama maruz bırakmak yoluyla değersizleştirmesi büyük bir trajikomedyadır. Ne yazık ki istisna, tartışmaya bile kapalı.

 Bir toplum için, İmamoğlu bir oluş, kaçınılmaz bir kırılma noktasıdır. Yükselen ve tüm varlığı kendine çeker görünen bir mıknatısı parmaklıklar ardına koymak, özgür kuşun özgürlüğünden kısar mı? Onu kapattık da, ismini küçültebildik mi, yoksa büyüttük mü. Soru işareti yok, sevin.

 Peki bunda tek bir suçlu mu var. Yine soru işareti yok, mutlusun, rahat.

 Sözde aydın, aydınlık ve akıllı tarafta olanlar zulmü direkt uygulayan değilsiniz diye masum mu sanıldınız? Daha kötüsü, masum mu sandınız kendinizi?

 Bir memeli beyni olan insan beyninin bir o kadar sürüngen beyni de vardır.   Demek sizler melek ve zıtlaşan her şey şeytan, öyle mi?

 Kulağa sinsice bir yaşamsal strateji gibi geliyor lakin gece seni ne rahat uyutuyorsa, değil mi?

 Kulağa sıradan geliyor tıpkı karşısında olduğunuzu idda ettiğiniz her şeyle bir olmanız gibi.

 Asla sorumluluk almayan, kendi günahını küçümseyen ve hatta bu günahlarında sırf bir şeye, bir canlıya hatta bir cansıza, bir insana varlığının etki edebildiğini görebildiği için gizli bir kıvanç, gurur duyan ve eline imkan geçse çok daha büyük kötülükler yapabilecek solucan insan psikolojisi gibi. Hepiniz gibi, hepimiz gibi, ha. En yiğidimiz bile hata yapar, tamam, lakin her buzağı yiğit değildir ve buzağılık yaşla, başla, koltukla da ölçülmez. Her kedi aynaya baktığında aslan görür de gerçeği sadece hayatın kendisi söyler, verdikleriyle.

 Asla kendi payını büyütmeyi, uğraşını genişletmeyi düşünmeyen, gözardı eden, kendi gücü yalnızca çevresindekilere yeten bir avuç budala gibi. Oysa sizler kendi benliklerinizi keşfetmeye, birbirinize nüfuz etmeye çalışırken yeni doğanlar şaşkınlıkla sizi izlemeye devam ediyor, farkında olmaksızın bencilce kendi sakat ruhlarınız etrafında dönerken onlar büyüyor ve kendilerine bakıyorlar. Sizsizlikten yalnızlar lakin önemsemiyorlar, bir avuç bile olmayan zavallının külüne yalnız komşusu muhtaçtır. Zihnini asla varolmamış ve olamayacak saçmalıklar, zıvanalarla ve yalnızca ama yalnızca başkalarının onlara izah ettiği bir bilgi edinme sistemini dünyası yapmış, asla kendi olamadan kişisel hayatının kırılma noktalarını geçmiş ve kaçırmış, hissiz, öyle olmak zorunda olan, zira kabullenceği şeyler ruhunu patlama noktasına gelecek kadar acıtacak olan lakin onu asla göze alamayan, aslında yaşamayan, bir canlının taşıdığı hiçbir esas canlılık, bilinç hareketlerini gösteremeyen, öylesine sanki kendisi etkisiz gibi dünyanın ona dikte ettikleri arasında, karanlık bir mağarada su basmış, kayaların arasında önünü görmeden çıkışı bulmaya çalışır gibi ömürleri geçen yığınlar. Hayat zor olmasa gerek o kadar, 70 yaşında çözüyorsan, taşlar o zaman aralanıyor veya sizin deyiminizle taşlar yerine oturuyorsa kulağa IQ meselesi ve sıradanlık gibi geliyor.

 Hayat basit diyebilirsen, basittir. Acıyı sevmezsen canın yanar.

 Kim onlar gibi yaşlanmak ister ki? Kendini keşfetmeden, doğduğu ahırı bir küçük kasabaya yükseltmiş, çoğunlukla da hayat standardı olarak yerinde saymış, vücudu deforme, aklı eksiltilmiş zavallılar olarak? Daha önce dediğim gibi onlar fazla yer, fazla içer, fazla uyur, fazla sevişir ve çok fazla isterler. Üretmez, çamurda kendi pisliğiyle yuvarlanıp duran minik domuzcuklar gibi sahiplerince beslenmeyi beklerler. Buna hayat, yetişkinlik derler ve bilmedikleri, tespit dahi edemedikleri sahiplerinin onlara işaret ettiği sembollerle birbirlerine gösteriş, güç gösterisi, üstünlük yarışına girerler. Oysa senin imanın sana ve herkesin kendi allah'ı var. Küçük harfle, genel isim olduğu için.

 Biz İmamoğlu'nu nasıl tutukladık?

 Hepimiz nasıl katkıda bulunduk buna? Biz ne noktada özgürlüğü, başkasına izin verebilmeyi, yalnızca negatif olanı dışlamayı, kısıtlamayı unuttuk? Hitler engellenmeliydi, evet, hadi ama, gelişinden belliydi. Yapamadılar. Ders aldılar ama. Lakin acaba bu coğrafya hiç mi özgürlüğü bilmedi?

 Ortadoğu denen bu yer niçin kimine göre çöplük ve kimine göre öyle büyük anlamları olmayan, nötr, "yaşıyoruz işte" bir şey?

 Arabeskle senelerce yüreğindeki özgüvensizlik telini tıngırdatan bu toprakların niye İmamoğlu'nu tutukladığını anlamak zor olmasa gerek. Peki ama kendimiz ne kadar ayrıştık bundan?

 Önemli olan bu değil ki, biraz daha ye, unutarak eğlen ve tadını çıkar, bir kere doğuyorsun ya! Ve vakit yok ya her şeye, neticede insan noksan olmaya da alışır, her yönünü, her duygusunu tatmin etmese de olur ya! Eğ başını, al maaşını, ekmeğimizden olmayalım.

 Ne zaman ekmeğimiz azalır, yemi biten hayvanlar gibi bağırır, şehre inen kurtlar gibi sokaklara doluşuruz. Öyle bilincini kullanan besleyen ve halk olarak varlık gösterebileceğine, göstermesi gerektiğine inananlardan, ben varım diyen ve bunu gösterenlerden bahsetmiyorum. Açlıktan ölme sınırına gelip, zayıf kemikleriyle, kısık sesiyle ses çıkarmaya çalışanlardan bahsediyorum. Unutma, çilecilik övüldü bu topraklarda. Kendine eziyet etmek, kendi haklarını tanımamak bir nefsi terbiye, ruhu olgunlaştırma olarak sunuldu. Olay keşke kendine eziyet ve kendini azaltmak değil de, kendini arttırmak olarak ele alınsaydı. Zengin bir ruh zaten fazla yemez. Tatmin bir kimlik, göbeksiz; güçlü bir beden eksiksizdir.

 Onlar kendilerini ve söylemlerini, ilişkilerini önemsizleştirmiş olanlardır. Kemiklerini, etlerini, düşünce ve duygularını hiçe sayanlardır. Onlardan öğrenmeyecek, laf dinlemeyeceğiz herhalde.

 Lakin buna niye takıldık ki, biliyorsun bizim doğumumuzdan önce yaşanan, üretilen, insan dahil, çoğu şey değersiz ve henüz mağarasında ilk defa ateş yakan dilsiz maymunların seviyesinde hemen hemen. Köleliği kaldırdığımızdan henüz 160 yıl geçti ve kadınlara seçme hakkı verileli yüz sene olmadı. Osmanlı'da kadınları nüfustan saymazlardı bile. Bu yoksaymanın cehaletine şaşıyor musun? Tüm dünya. Oysa zeka var eder ve zeka olmaksızın hiçbirimiz yokuz. Gerçek güç, kapsayıcı, herkesi ve her şeyi var edicidir.

 Bu maymunlukları incelemeye kalkarsak yapıcı uygulayıcılar baş sorumlu, muhakkak lakin müdahele etmeyenler de pek bir koyun değil mi? Şöyle ya da böyle tarih hep sivrilen, bir otoriteye hükmedenleri yazıyor lakin ben köşedeki o sessiz budalaları da görüyorum. Sahnede en parlak ışıkların altındakilere bir canavar dahi olsa sadece alkışım var. Lakin siz aşağılanmayı, görünmez olmayı hakediyorsunuz. Üstelik bir hakaret değil, zira bu sizin tercihiniz! Zira bana göre terzi kendi söküğünü dikebilmeli terziyse, değilse öğrenmeli ve seks işçisi kendisine seks işçisi dendiğinde gurur duymalı.

 Öyleyse tüm dünya ve tüm dünyalar sorumlu her şeyden, her zaman.

 Özgüvensizliğimizi attığımızda işte görmüyor muyuz, uzanıp buluşan eller nasıl bir direnç ve değişim rüzgarı yaratıyor. 

 Belli ki her birimizin davranışı birbirimizi domino taşları gibi etkiliyor ve kelebek etkisine dönüşüyor, aslında ne kadar bizden alakasız ve tepkisiz kabul etmişiz evreni lakin yaşadığımız dünyayı beraber yaratıyoruz demek. O halde niçin öncelikle kendimize, ne eklediğimize bir göz gezdirmeyelim?

 Kişi yalnızca kendi ekleyebilir. O halde en basitinden biz kimiz ne yapıyoruz da dünya hala böyle kalmaya devam ediyor? Bizi böyle gariban kılan, zayıf tutan, bilincimizi gölgeleyen nedir? Niçin kendimize inanmıyor, iç değersizliğimizi onaylayan şeylere yöneliyor ve orada rahat ediyoruz? Bu rahatlık anlaşılabilir, kendine verdiğin değerin bir ölçütü var ve bu dışarıdan gelen değer duygusuyla dengelendiğinde tanındığını, bilindiğini hissediyorsun, da, zayıflığı normalleştirmek niye?

 Hadi tamam, yüzyıllarca taptın padişahlara, sen köylüydün, torunların da işte köylü kaldılar kafa olarak. Her acı daha da büyüdü ve hayatı acıyla özdeşleştirdin. Başka kültürlerde acısızlık, hayatı basitleştirme, kedersizlik, neşe övülürken "Ah yalan dünya." öyle mi? Senin bugünkü varlığının yarını biçimlendirdiğini ne ara unuttun? Kendinin her an, her saniye evreni yeniden yazdığını bilmiyor musun? Buna böyle devam etmek zorunda mısın? Gününü dününden ayıramamak şüphesiz ki çocukların dahi beceremediği bir beceriksizliktir lakin öyle ya, büyümek en iri sakatlıklardan biri, hadi biraz çocuk olsana, sanki ne zaman tam anlamıyla büyüdüğünü hissettin? İçinden gelen doğru ya da yanlış bile değil, ödevindir, hepsini yapmaya her an gücün var, ölene dek.

 Geleceği yazmak eldeki her şeyin yeniden yorumlanması, kiminin elenmesi ve kiminin gelişerek devam etmesiyle, büyük ölçüdeyse yeniden yazılmasıyla olur. Dün bugüne getirir, bugün yarına lakin hafıza öğrenilmiş çaresizliğin koşulu değildir. Dün tamam dediğin hiçbir şey prangan değil lakin bu an hissettiğin tüm dikenler yarınının şeklini belirleyecektir. Rahatın kaçtığında, onu yaratmak istersin, elinde ne varsa, en iyisiyle. O halde batsın, acıyı sev ki acıtmasın.

 Reddet bu toprağın verdiklerini, o artık senin. O, şüphesiz, senin devam ettirmen gereken değil, yeniden yazman ve kendi renklerini katman gerekendir. Peki, sen kendi renklerinden ne kadar haberdarsın?

 Kendin için gerçek bir mücadeleyi hiç verdin mi yoksa işaret edilenleri göğsünde kabul etmeye çalışıp, aynı anda hem kol askısı hemde imkansızlara sunulan ekmek gibi askıda bir kalple onyıllarını, tüm çalışmalarını, tüm yaşlarını, tüm duygularını, tüm ilişkilerini mi yaşadın? Belirli bir yaş şart değil, daha küçük olanlar, sizler için de eksik, sakat bir hayat senaryosunu yaşamış kabul ederek hayal etmek faydalı, dikenler batsın diye. 

 Bilinç ne noktada gölgelenir duygusallığı körüklemekle değilse? Onu sakatlıklara maruz bırakmak normalleştirene değin. Böylece işte elde ettin, tebrikler, yığınlarca mutsuz, güvensiz ve ne dersen yapacak maymun.

 Dinledikleri sözleriyle de müziğiyle de acıyı öven ve söyleyen; izledikleri kalp kırıklıklarını, güvensizlikleri, aldatmayı, içten pazarlıklı olmayı izlettiren; bilgi edindikleri hayalleri, masalları, fantezileri gerçek gibi bahseden ve insanlık literatüründeki saygı değer TEK BİR kişi veya fikirden örnek ortaya koymayan nesiller, kalabalıklar. Koyamayan demeli ya da, onlar da bilmiyorlar ki! Bilseler kendilerine bu zayıf öğretileri kimlik edinmezler.

 Ah her yaştan oğullar ve kızlar, büyük bir aldatmacada paçavraya dönmüşsünüz.

 Tanrılarınız ve pek farksız babalarınız, anneleriniz tarafından terkedilmişsiniz ve şüphesiz hayatınız onların bir haklılığını arayarak geçti. Ben kalplere şifa getirenim. Hepsi haksızdı. Zira eskiydiler. Eski olan, zaman yüzünden eski değil, işe yaramaz olduğundan. Unutuyorsun, Atatürk bile bu raddede kitle iletişim araçlarıyla büyümedi. Unutuyorsun bugün yarını, dünün hiç olmadığı, olamayacağı kadar iyi yapabilecek olan sensin.

 Bir ebeveyn, öyle otları çitleyen bir inek gibi başı eğik potansiyel sorunlara, çatışmalara susmaz. Bir ebeveyn kişisel hıncını çocuklarından almaz. Öyleyse susmayın, almayın, niçin ebeveyn? Hepiniz, sizler gelecek denen çocuğun ailesisiniz ve ne de büyük bir ailesiniz öyle! İçimizi sımsıcak eden gülümsemelerimiz ve birbirimize en ağır sataşmalarımızla, farklılıklar ve benzerlikler, doğrular ve yanlışlarımızla nasıl da aileyiz!

 Bir ebeveyn sorunu asla başkasında bulmaz. Bir ebeveyn kendi etkisizliğini düşünür.

 Kendiniz ne kadar bilincindesiniz? Kendi günahlarınızı kabul ediyor, kendinize yalan söylemeden, gerçekçi bir gücü yaratmak üzere kendinize sözler veriyor musunuz yoksa bestelerden bir yalanı tutturmaya çalışmak mı keyifli geliyor hala? Yediği yere kadar yesin sonrası zaten mezarlık diyen zavallı sürüngenlerden misiniz?

 Bir ebeveyn o çocuğu doğumundan itibaren an kaçırmaksızın, konuşmadığı halde anlayabilmeli, hatta tersini söylese dahi bilebilmeli ki şüphesiz o onun kanıdır ve kim kendi kanını okuyamayacak bir aptallıkla lanetlenmiş olabilir? Onu yönlendirebilmeli, kendi için hiçbir şey istememeli ondan, ki, kendini tereddütsüzce, olağanca cömertliğiyle üretimine adayan benlikler muhakkak ödüllendirilir. Kim ki hani benim ödülüm diye dolaşır, yakınır veya kendini esirger, o kaçınılır, yakılır ve esirgenir.

 Bir ebeveyen çocuğuyla tartışmaz, kabullenir ve oradan inşaa eder, sorunları çözer. Bilir ki kendi başlattığı bu gelecek yazım, ne verirse ona onu geri püskürtecektir. Formüle alev koyan, kendi yandığında "ah benim başım, beni nasıl da yaktılar!" diyemez. Bunu diyebilmek şüphesiz hastalıklı bir kafayı gösterir.

 Şimdi geleceğinize emin bakıyor musunuz?

 Şimdi üstleniyor musunuz, ezberde görmezden gelerek yaşadığınız her anın nasıl istenmeyen tüm sonuçlara imkan yarattığını?

 Şimdi görüyor musunuz, tiyatroda seyircinin de aktif bir rolü olduğunu ve isterse oyunu durdurabileceğini?

 Oyuna gitmeyi bırakarak oyunu durdurabileceğini veya beğenilerini ortaya koyarak yeni bir oyun yazdırabileceğini?

 Hatta kendisi sahneye atlayabileceğini!

 Ah hayır, en iyisi başkalarına güvenmek. Tüm besteler ve bilgilerde, kendin doğrusunu yapmak ve direkt kaynağından öğrenmek varken.

 Gürültü insanları, yalnızca bir arkaplan uğultusu.

 Gürültü insanları bir serap, varken yok olanlar.

 Gürültü insanları dünyayı cehennem olarak yaşamakta inatlı olanlar ve cenneti yaşamak isteyenleri kötülemek zorunda olanlar. "Ben yapamıyorum, o da yapamasın!" Lakin herkesin kasları bir değil. 

 Gürültü insanları kendini görmemek ve hakkı olanı almamak için fazla yiyen, fazla içen, fazla sevişen ve fazla uyuyanlar.

 Sahtekarlar ve onlardan bir kurtuluş yok.

 Depresyon gerçek değil ve yazılan hiçbir kitap rezilliği kabul ettiremez. Yazanı dahi ikna etmeyen gerçekler, kendini affettiremez. İşte kitlesel veya şahsi propagandanın fişini çektim!

 Nihayetinde hepsi kendini kabullenmek isteyen lakin kendi için hiçbir şey yapmayan bir toplumun çığlığı. Ne bir erkek ne bir kadın olarak asla saygı duyulamaz. Zira saygı doğuran bir davranış değildir.

 Gürültü insanları bir boşluğu dolduran figüranlardır, başka da değerleri yoktur.

 Şahsi aptallıkları için insanları suçlamak, suçlayanın aptallığıdır.

 İlham gürültüden rahatsızlık duymamakla, ona dikenler batırmakta gizlidir.

 Gürültü insanlarını hiçbir tanrı değil, kendisi yalnız bırakmıştır. Hiçbir duasına karşılık bulamaması o yüzden. İlla ellerini göğe kaldırması gerekmez, istekleri hep yanıtsızdır.

 Duyulmaya değer güzel ve doğru bir ses haline gelene değin, tüm bu kirli, çürük taşlar birbirini çürütmeye ve güneşin altında hakedildiği gibi güzel, ferah yaşamaya engel olacaktır.

 Sen kendini hakediyorsun, fazla ye, fazla iç, fazla seviş, fazla uyu ve unut.

 Şüphesiz ben bir fikir bile değilim.

4 Temmuz 2023 Salı

Memleketteki Yabancı

  Karanlık kendisine çağırmak için türlü sebepler bulur. Bazen gelişim, bazen boşaltma için ve hepsi de kusmakla gerçekleşir.

 Diyorum, burası kusma kabı. Yeni gerçeklerim var.

 Adı "hayat" olarak akla gelse de duyulan cümlelerden, onlara benzememek için bir sebep daha ki onlar soyut ve manasını bilmedikleri kelimeleri kendilerine kaçış yolları yaparlar ki ben hiç yapmadım, "hayat" pek çok başka filtrenin kısaltması olarak ifade edilmek istenmekte.

 Şimdi daha yüksek bir yerden bakınca aşağılarda kendisini varoş bir mahallenin kaba kalabalığının bar kavgasının tam ortasında bulmuş, sarhoş, terli, öfkeli yumrukların, dökülen içeceklerin ortasında büyürken bulmuşsan sinirin bir başka şeye daha bozulmaya başlıyor.

 Esasen insana dokunmakta pek ısrarcı tek bir yılan varken dünyada, gözü görmeyen, kalbi duymayanlar için her kiriş altı, her yol ağzı bir kavga meydanı. Bu sahte ikinci yılan kalpteki bir çeşit tümöre benziyor. Türlü ilaçların ve müdahil filtrelerin boğabileceği bir tümör veya esasen kalple ilgisi yok, hafızadaki bir gerektiğinde yardımcı veri tabanı. E çok da zararı yok fazla yer işgal etmiyor, etse dahi bilinen beyin harddiski kimine göre bir derya.

 Filtreler bıçaklaştığında esasen suya benzeyen insanın biçimini kayıpta olduğunu görüyoruz. Kendisini bir duvar, bir kaplan yapabilen insan yine de bu filtrelerle sınanıyor ve zor zaman geçiriyorsa demektir ki kendine dokunmayı unutuyor ve bu açıdan tembel denmeli. Oysa pekala kurşun geçirmez bir tabakayla sarınabilir ve gerek psişik gerek psikoterapilik her türlü problemi kendine değmeden sektirebilir.

 Güzel olanı taşlar çirkinler ve iyi olanı kötüler. Kimin kederini, hasetini, taşlamasını kazandığıyla ölçülür seviye. Böyle kem gözlülerle ne kadar mesafe o kadar iyi.

 Başkasında güzel olanı güzel görememek adı konmamış göze gözükmeyen bir sakatlıktır. 

 Sakatlık zira insanlar böyle doğmaz.

 İnsan doğduğunda sadece iyi ve güzele açıktır. Tıpkı hayvanların olduğu gibi. Şu ya da bu şekilde varolan bir biliş varlığı hayvanların daima yemek için çarpıştığı o dünyada onlara yol gösterir. Suyu, yemeği ve arkadaşlığı böyle bulurlar. Bu yetişkinliğe, ki yetişkinlik herhangi insan yaşında gelebilir, değin doğal olarak mevcuttur. Sonrasında gölgelenmesi, kirlenmesi yahut sakatlanması için dünya her şeyi yapar adeta.

 Bir anda insan kendisini güzeli bokladığı, akıllı olan şeyi aşağıladığı noktada bulur. Arkadaşın veya ailenin helal olsunları yerini yapma ya lara bırakır. Aşk yerini nefrete, kahkahalar yerini kavgalara bırakır ve insan kendisine kendi içinde ormanın en tehlikeli canlılarından daha tehlikeli gözüken manasız boşluklar yaratır.

 Ya da bünyesine bu mikrobu hiç sokmaz ve kaldığı o bebek yerden direkt olarak aklını kalbini kaslarını geliştirerek yoluna devam eder. Bu bilinç tuhaftır ki klinik psikolojinin ve çoğu mistik öğretinin öğütlediği şeydir. Doğuda öğretilerle ve batıda doktrinlerle tarih boyu adı konmaya çalışılmış "mutluluk" veya "üstinsan" böyle bir şeydir.

 Tıpkı çocuklar gibi, hiç sıkılmaz, her şeyle eğlenir, her zorlukla baş eder, lanet masanın veya sandalyenin ayağına çarpan hiçbir ayak serçe parmağından sonra düşmez, aşk acısı çekmez, melankoliyle entelektüel bir usta gibi eğlenir, güler ve insanların kalbindeki tümörleri kırar.

 Bu biraz hikaye anlatıcılık. Bilimsel kıssadan hissesi düşük IQ nun yemek ve seks bulmak dışında becerisi olmadığından medeniyetin vardığı ve kurduğu şehir düzeninde mevcut insan zekasının sunduğu bütün olanaklarda kendisini sabote etmeye meyilli olmasıdır.

 Bu beyinlerin zihninden çıkan her manalı gözüken fikir çürüktür, sadece çevresini karartıcı, aşağı çekici, tabiatlarını engelleyici ve zihinlerini küçültücüdür.

 Zira kendisini yükseltmiş olan bir zihin, diğerleriyle sadece güler, onların tabiatlarıyla eğlenir, onları baskılamak zorunda hissetmez.

 Böyleleriyle geçirilen vakit sınırlı olmalı ve tıpkı onların yaptığı gibi onlara davranılmalıdır. Fakat vaktin sınırı geçtiğinde onlar diyecektir ki biz masumuz bize eziyet ediyorsun.

 Zira onların gözleri tıpkı biyolojilerinin verdiği kadarıyla yüzlerindeki iki delikten dışarı bakar. Kendilerini bilmez, tanımaz, söyledikleri veya davrandıklarında bilinç kullanarak, seçimler yaparak hareket etmezler. Dolayısıyla beyinleri ne yaptığını bilmez. Onlara bir şey anlatarak vakit kaybetmemek gerekir. Kur'an da dediği gibi, onların ömrü yüzyıllar binyıllarla da olsa, yüzyıllar binyıllar boyu aynı şeyi yapacaklardır.

 

22 Kasım 2022 Salı

Ölme Rehberi s.62

 Şekeri düşük bir hayalet gecenin içinde nereye savrulacağını ararken bir tabloya ilişti gözü. Her hayalet gibi rastgele sarsmak istedi zira mutfağın ışığı sönüktü ve bir şeyler yemeliydi bu objeyi. Sadece sarsmak için dokundu lakin onun ne kadar kırılgan olduğunu anladı. Yerine, duvardaki kasayı bulmuştu. Merak etmeden duramadı ve ne yazık ki merakın tüm canlılardaki etkisiyle o 1 saniyeye hapsoldu -insanların merak dediği-. Elini daldırdı ve koca kasanın içindeki tek şey olan yırtılmış kitap sayfalarını aldı. Yere düşüp yırtılan tablo muhakkak uyandıracaktı ev sahibini, niyeti sadece uyandırmak olsa da yırtmıştı tabloyu, o bu konuda oldukça korumacıydı üstelik. Evine zarar getirmezdi.

 Sayfanın sol üst köşesinde "Ölme Rehberi Sayı 62" yazıyordu. Kitabın kalanı herhalde o kadar önemli değildi. Bazı yerleri yırtıktı.

"... ardından ... vurdu sertçe ... ve beyne girdi sperm. Bu büyük kütüphaneye nasıl bakacağını düşündü. Önce örümcek ağlarını temizleyecekti ve örümcek oldu. Bütün o ağları örmek için nasıl bir düğüm atması gerektiğini düşündü ve mekanı yapısal inceledi. Böylece örümceğin tüm ağlarını topladı ve örümceği de bulabildi. Onu imha ettikten sonra kitapları döktü yere ve nefes aldı. Tüm tozu yuttu. Bu kaderi öpmekti. İçindeki tozu sigarayla öldürdü. Bu kitaplar da en nihayetinde dopamine mahkum olmuşlardı. Bu onu o kadar ... kıldı. Kütüphane ona kocaman bir ... gibi gözük... Başkalarının kendi varoluşunu yüceltmek için paylaştığı tüm bu bilgileri bir hap görmeyi reddetti. Kardeşi bir başka sperm onunla alay ettiğini düşündüğünde ona "Hayır" demişti, "sadece...

...

 Gerçek kardeşi farklı olsa gerekti. Tanımları düşündü. Tanımlar kitaplarda olmayan tanrılardı. İlk onları öldürdü, biyolojik arkadaşını kucaklarken. Bir başka biyolojik çocuğunu bu ağaçların tokatlamışken..

 Ağaçların kimisi kitaplar olarak ortaya çıkmışlardı ve ona baktılar. İşte bunlar kimi tanrıların eserleriydi. Şeytanın itaatsizlik gösteren tek melek olması kadar saçma tanrılardı. Rastgele seçilmiş belirli kişilerden birinin önde gelmesi gibi saçma lakin gerçek. Ve mahkumiyet tanrıların tümüne konuşma hürriyeti verdiğinde, tanrılar sesini aldılar ondan ..."

Diğer sayfaya geçti.

"... sonrasında buldu onu birinde. Lakin bambaşka hayatlardı ikisininki. O yüzden durmasını anlayamamasını farketmesiyle gözleri yeniden hayata döndü. Kütüphaneyi temizlemek için sırada kitapları yerine koymak vardı. Zaten polen sadece kendindeydi, onda polen olmasını sanmasının tek sebebi kendinde boğulmaktı. Bambaşka hayatlardı. Kendini kraliçe sanmış olabilirdi satır aralarında kendi kaleminin lakin kimse zaten inanmadı. O sırada camın birinden kraliçe girdi ve hemen o an ölüp yere yığıldı. Buraya girmek için ölmek gerekiyor diye düşündü, bir şekilde korunuyordu herhalde ya da havadaki yeterince toksin böcekleri engelliyordu onları içeri belirli biçimlerde alarak veya ikisi birlikteydi. Toksinler ve o anlamı bulunamaz korunmak ...

...

... ve o göğsünü kabartıp bir hastaneye ihtiyacı olmadığını söyleyerek dolaştı tüm bu raflar arasında kendi ağını örerken. Oradan oraya atlıyor bir kelimeyi ötekiyle eşliyor, sonra onu tutup öpüyor, bir sonraki cümlede yasak koyuyordu. Kelimeler ve cümleler ne diyorsa onu yapıyorlardı. Bunu da anlayamadığı o şeyle ilgili olarak düşündü ve masasına bakarken gözleri yeniden hayata döndü. Bir nefes aldı ve etrafına baktı, her şey yerli yerinde, pırıl pırıldı. Kütüphane tamam diye düşündü. Şeytan sadece haksızlığa uğradığını anladığında ilk bin yıl bir tık kabuğuna çekilmişti. Diğer melekler güçlülerdi lakin saflardı, ampül bildikleri ampül değildi yine de olmayan ışığa ışık diyorlardı. Böylece tamam dedi ve ışık o son kağıda doldu. Nihayet dini anladı. Muhammed, İsa, tüm bunlar sosyal ve evrimsel psikolojinin ilk Freud'larıydı bu tespitlerinde...

 Matbaaya kadar yürüdü ve kitabı içeri fırlattı. İçeriden memnun hırıltılar geldi ve kütüphane bir oh çekti..."

 Derken ev sahibi odaya daldığında saklandı. Okuduklarının şoku onu tutmuştu, becerilerini kullanamıyordu ve görünmez olamayacaktı. Tabloya baktı ev sahibi ve kasayı açıp içini kontrol etti. Tabloyu yerine gerine asarken geceliğindeki renk değişimi ona az uyuduğunu hissettirdi, küfretti ve hızlandı. O sırada şaşırıyordu hayalet "niçin tutunamıyorum koltuğa". Bir şey onu çekiyor ve koltuğun içinden doğruca ona sürüklüyordu. Yön ev sahibinin kendisiydi. Okuduklarının etkileri bu kadar mı ters tepebilirdi, hiç sevmiyordu sahibi gerçi yine de burada mutlu olduğunu reddedemezdi. Karnı açtı ve en iyi yemekler ondaydı. "Boşversene" diye düşündü ve ev sahibinin sesini duydu lakin ev sahibinin ağzı hareket etmiyordu. Küfürler ve geceliğin renginin aslında çok daha sıcak olmasıyla ilgili şeyler. İlgilenmiyordu bunlarla lakin niye bunları düşünüyordu, üstelik "o"nun sesiyle?! Koltuk devrildi.

 Derken diğer her şey duruldu ve odadaki bazı mumlar yandı, nihayet vücuduna kavuşmuştu. "Kalanını yarın yakarım" diye düşündü ve kırmızı kuşaklı karanlık lacivert geceliğiyle mutfağa gidip bir şeyler atıştırdı...

... yatağına dönüp uyanmak üzere uyumadan hemen önce.

 

6 Temmuz 2022 Çarşamba

Mm Cinayet

 -Klik-

 Derisinde hissetiği ağır bir mıknatısla, dairesinin her yöne, her tarafından olduğunu düşündü. Onun varoluşsal imzası okyanuslarca viskiyle hareket etmeyecekti. Tanrım vodkaya ulaşmadan ölmeyeceğim.

 Bu günlüğü yaktığımı düşünelim ve bilyelerimizi yeniden dizelim. Biraz güneş kremiyle onları yeniden hazırlayalım. Arkasındaki tüylü London'ları hayal edelim. Yeniden yalnızlık iki sıfır diyelim.

 Düşünelim, kuralım. Yapalım, hadi. Sanat hiçbir işe yaramaz. Bir avuç söz ve beynine stimulant. Bir sanatçıyı defuze etmek "Oyunu kes." demek kadar basit.

 Oyunu kes.

 Gördüklerinden çok anlam çıkarıyorsun, bu tüketicinin zihni. Metalleri her yere amansızca döşerken o kadar düşünmemiştik.

 Veya sıfırın altını çizerken o kadar hevesli değildik.

 Farklı biçimlerde bazen kutsal bir kitap bazen bir kuğu biçiminde ortaya çıkan tanrılar, gerçek olamayacak kadar iyi niyetli düşüncelerle betimlenmişti.

 Çoğu zaman bir ergenlik fantezisi hatta ormanlar yanarken bir kendini savunma biçimiydi.

 Jack kitaplarını yazarken bir hayvanla empati kurmuyordu. Kendini hissettiği dünyayı tasvir ediyordu. İçindeki entelektüel mekanizma ile hayvanı çarpıştırıyordu.

 Memeli olmasından utanıyordu, hatta o kadar nefret ediyordu ki kendi içinde bölünmüştü. Larsen onun olmak istediği karakterdi, kendisi Jack London'dı. O bir sanatçıydı.

 Sadece iddaalaşmak suçundan kitap yazmak durumunda bulunmuş Wilde'la bakış açıları oldukça farklıydı. Bu noktada sanat Wilde'a hayatını sanatlaştırması için bir araçtı, London ve Goethe gibileri için bir kurtulma aracı. O yüzden Wilde Reading'ten sonra eskisi gibi olamadı. Oysa diğerleri hemen kurtulabilirlerdi. Önemli olan onlar değillerdi ve bunu da kitaplarca ifade ettiler.

 Tarih pek çok muallak olanla dolu, salla, viskimle öleceğim. Coachella'nıza özenmektense Billie Eilish'i kendi okyanus gözlerinde boğmayı hayal edebilirim.

 Bana biraz Warren Zevon aç, portremi tamamlarken, besinsizlikten yakışıksız çizmek istemiyorum.

 Bazı isimler ve bazı eserler. Bazı kollar ve bazı makineler. Bunların herhangi kombinasyonu sadece konuşma noktaları edebilir.

 Bazı altınlar ve bazı madalyonlar. Bazı bankalar ve bazı mezar taşları. Bunların kombinasyonu sadece para edebilir.

 Bana sorarsan bir AVM için bir ormanı yakmamalı.

 Fakat çoğu gökdelenin yerinde bir ağaç olmalı. Hippilerin gölgesinde kafayı bulması için değil.

 Özlenen altmışlar kendini her eski hatıra gibi olduğundan güzel gösterdiği için, değil.

 İlerisi her zaman güzel olmasa, her şey ileri gitmez.

 Tüm canlı şeyler güzele meyil eder.

 Cansız şeyler bile güzelle hareket eder.

 Öte yandan neye güzel dediğin.

 Bana sorarsan bu günlüğü yakmalı. Hangi hippinin ne sebeple gölgesini seveceğini bilemezsin. Öte yandan sosyalistler. 

 Yaşayan zombi olmayan bir ideoloji var mı? Orospu çocuklarının gövdeleri var ve dünyayı dolaşıyorlar. Bana sorarsan ilk ormanı onları yakarak yapmalı.

 Bazı fikirler ve bazı kibritler. Bazı müzikler ve bazı hibritler.

 Bir çeşit aksesuar gibi tüm bunlar, bedensel ve zihinsel makyaj. Bir resimden kaos gelmiyorsa ondan ne istersin ki?

 Ben öleceğim lakin bırak portre sonsuza kadar böyle kalsın.

 K, L, M.

5 Temmuz 2022 Salı

Lux Günlükleri, 1-70: Girdaplar

 -Çöp kutumu açtım-

 Ön sıra yemeğini aldıysan devam et, Hermann'ı gururlandıracağız.

 Bu yirmiyedi sıfıriki ikibinonbeş değil, yalnızlık veya kahpelik gibi ve kim salonun yalnız olduğuna inanmışsa kuğuyu kıçından çeker gibi.

 Üçgenler bol, hepsi kat kat ve hayatlarca emek her birinin üstünde. Yıllarımızı üç açıyla incelerken, piramidin en dibinde, herkes tek bir balonla düşündü: yalnızlık. Bu kadar koruma, battaniye ve sıcak su torbası çok fazlaydı. Çözmüş ve çözebilecektim. Şimdi çocuklarımı bulamıyorum, oğullarım, kızlarım tüm o altın çocuklar nereye kayboldular? Herkesi en dolgun, en pembe tarlalarına ekilmiş güdümlü mayınlarla zaptedilmiş görüyorum. Sonraki sahnede uyanıp telefona uzanıyorum. Bu kayıp bir otoban ve en azılı kabusumdan uyandım. Korkumun tek bir sebebi var, silahsızım ; tüm üçgenliğine ve sıfır battaniyeye ve bütün o uberliğine rağmen, görüyorum ki erken boşaldım. 

 Yirmiyedi sıfıriki ikibinonüç ve yirmiyedi sıfıriki ikibinyirmi en yumuşak ellerle bana dokunmuştu. Marslıların yardımıyla, yeniden, bir değil 10 piramit ve sen ölüysen de yeni bir beceriyle. Burası girdap değil, bir hediyeyle. Serge altın dokulu koltuğunda ve Leonard bir ses yedeğiyle elinde tabletiyle. Salona katılmaz mısın? Zira cephanemiz okyanuslarca viski kadar, yüzersen.

 Onlar bir yere kaybolmadılar, onlar bulundukları yerde tabutlar yaptılar. Yere doğru uzanıp, dizlerini kırdılar ve tabanlarını intihar mottolarıyla boyadılar. Bu daire onların zihinlerindeki ve kalplerindeki sözleri taşıyordu, auralarının bir imzası ve nereye gitseler oraya gidiyordu. "Ben vuruldum, farkında değilim." tercüme edilebiliyorlardı lakin kimse anlamıyordu. Onlar sadece "Ah, güzelce paçayı yırtmış." görüyorlardı ve diyorlardı. Onları gördükçeyse onlar, onlardı.

 Mottosu paçayı yırtmak olanlarla çok yiyor, çok içiyor ve çok sevişiyorlardı. Yakıtlarını toprağa gömüyor, pembeliklerini yitirmekten korkuyorlardı. Onların yüzde yüzü paçayı yırtmaktı. Zor bir durumdan kurtulmak. Zor bir durum olmayı akıl edemiyorlar, üçgenlerini yitirmiş ve kendi kanlarındaki pürüzsüz zifirli akışa dibine kadar batmış durumdalar. Onlar kendi kanlarını laktik asitle yakmayı düşünemeyecek kadar monoksit kafalılar. Biraz ritalin ve biraz da düz asit seviyorlar.

 Salon sayılandan da kalabalık lakin görüyorsun ki azlar. Bu benim sadece yüzde 0,1'im.

 Sıfırı hatırlıyor musun? Yeni gelenler öte yana, sıfırı bulmuştuk. Onun zevki geceyarısından sonra çocuk parklarında magmayı hedef almaktansa sayfalara mum damlatmaktı. Tanrıyı tavanında değil tabanında buluyordu, üzerine basarken gölgesine bakıyordu, Amerikan Sayko, akademiye Tanrının formülünü uzatıyordu.

 Oysa dünyan sen olanlardır, ne kadar sen o kadar iyi. Dünya sürekli yeni benler üretir ama onları görmeyeceksin ki, her yeni ben'e yapıldığı gibi "gitgide salaklaşıyorlar, Z kuşağı fiyasko AHH". Yirmisekiz yıl sonra görüştüğümüzde dinozorun elinde bir ak-47 olacak, sense kentin nesi olacaksın? Dişlerine güvenen paçayı yırtanlardan mı, yoksa zombi avcılarından mı?

 Sadece dişler, bir masada havaya saçılan beyaz tane tane dişler. Bir masa, bir de Macchiato. Bir tabut, bir Americano. Size iyi eğlenceler, ben daha yöre severim.

 Kendi ölüm çizgimi yürürken tabelalara dikkat etmek değil, zaten girdaplarım da mumsuz, bölünmüş mezopotamyanın kaçıncı baharı da bende esmiyor. Neyse ki tayfa memnun, kaptan memnun, gemi benim ve gemi benim.

 Yağamayacağını söyleyen bir kadının okyanusunu gözlerinden alıp yeniden konumlayabilirim. 

 Işık diyor ki, kendi ömründe, şöhret en azılı kaltakları ona getirmiş. Hah. Şarkı kulesinin üst katlarında en hırslılarına hep mıktanıstım, şimdi bunu platinum hayal et. Masam hep soytarılarla doluydu ve başka türlüsünü de bilmiyorum. Bar kapanmaya çok uzak lakin gözlerim bana bazı anılar gördürüyor. Yüzmez misin?

 Eski bir hayat kadını aklını satıyordu, 7/24, deliğine kalp pili bulmak için.

 Görünürde kimse yoktu ve mezopotamyada fazla sol yoktu, yine de amerikan pastası oldukça seviliyordu, yine de kararını aldı; mezarda ayaklarına sinek emdirmektense, penthouse'da bir sinek olacaktı.

 "Evlat" dedi Bill, aslında kibriyle öldürüldü. Lakin senaryo hileli ve tümüyle Thurman'dı. Beyaz asyalıysa bir ustaydı fakat kadın her açıdan noksandı. Islıklar sadece gerilimi sağlayacaktı, senaryodaki delikleri imzalamayacaktı. Herkesin kendi için en iyi dilekleri vardı ve bu amatör, bir toy talebe, taze bir körpe olamayacak kadar pilava uzaktı.

 Diksiyon veya diksiyoner değildi gerdek olan, everestin tepesindeki bir Trident'ti. Eden'dan bir hatırat olarak nesiller arası bir quantum sıçramayla yatağıma geldi ve beni seç demedi, beni seçti.

 Sanırım. 

 Fakat onların iyimserliği mi yoksa benim mi kötümserliğim.

 Ve Picasso demiş ki, "bir ömür + beş dakika", wow, ya da her kim demişse. Hahahah. 

 50. yıla dinozor ilanı yirmi dakikamdı, sana bir ömür mü geldi? Pandoran belki o kadar derindi ki kendi sonunu Dracula gibi buldun ve her yeni doğan gibi döl yatağından doğruca kutuna koştun. -Klik- Kapandı, günaydın. Günlükler mi, gözlerimi açtığımda gelmişti. Görüyorsun bu güdümlü benlerin bir takvimi var van Gogh'un kulağını öldürmek için.

 Cinayet değil, format değişikliği. İçin format.

 Crowley'in Lam'ı benim, Willie Billie'min bir başka metafizik işareti ve kapamadım, Mubihaz gibi sadece haykırmaya yer açtım. Hermann bunu görememişti. Siz burada benimle kilitlisiniz.

 Gelecek en iyi pornostar ben olacağım.

2 Temmuz 2022 Cumartesi

Kugudemans

Hala tanıdık mı?
Bil, kim döndü.
Haha.

Mitolojik masallara ilgini yitirmiş olabilirsin, tünel uzundu, bu sorun değil. Hatırlaman yeterli, ki, kimilerine bilindik, zararsız hayvanlara dönüşerek gözüken ve onlardan alacağını alan tanrılar vardı. Bir çeşit biçim değiştirenler. Mesela muhafazakar ailede doğan laik çocuklar gibi veya tersi ve bunlar kendi habitatlarında maskelerle dolaşmaya mahkumlardır. Oysa her şey bir el uzağında olan, korkusuz tanrıların biçim değiştirmeye bahanesi nedir?
 Keza yok olup, öylesine uzağa veya girdaplarda uyumaya gidip kendini unutturan, var mıydı, bu bir hafıza oyunu mu dedirten yaratıklar da vardı, ben de pek hatırlamıyorum.
 Aslında oyunun içerisinde burasının bir kap olduğunu, kusmak için ve bu hava hapishanesinden bir kaçış olduğunu düşünüyordum, buraya kadarını hatırlıyorum. Olabildiğince doğru maskelersem, bu benim bir çeşit diss oyunumdu. 18'inde "Muhtemelen çevresinde tanıdığı en zeki, en çevik ve en ahlaklı kişi" olduğunu yazan Tolstoy'a nazaran, jiletin icadıyla heykelleşen kıl yumakları ve orman perileri arasındaki savaştaki cephanesini 2 haftada bir tüketmeye kendimi ikna etmeye çalışmadım. Bu bir kıtlığa yahut hayatı haddinden fazla önemsemeye işaret edebilirdi. Biçim değiştirmek için bahanem neydi ki? Cephanesiz veya beyninde dünyaya ait binbir imzayla mı dolaşacaktım, girdaplarımda "beni seç" diyen kuğu motifleri mi olacaktı, girdaplarım olduğunda?
 Olacaksa.
 Olmamışsa?
 Farketmez.
 Sözcüklerin hadsizce üretilebilir ve kendi içinde çarpılıp, bir yıldırım gibi binbir anlama bölünerek beyinlerde imzalar yaratabilmesine sığınarak kendini bir biçim değiştiren gibi gösteren sözde kedi, periler ve altınlarını hiçbir yere taşımayacak olan milyonlar.
 O milyonlar neye güvenirler. 2013 mü? Milyonları raptiyeleyen siyah ve turuncu şeritleri olan bir sinektik. Şimdiyse korona, onların yaralarını sarmalarını sağladı.
 Dip bir yalnızlık onlara yarın olarak gözüktüğünde ne kadar da korku ve kaygı içindelerdi. Şimdi hayatı yeniden seviyorlar. Bu sence de kötülükler içerisinde en gereklilerinden mi?
 2022, o milyonları duymuyoruz.
 Gürültü insanlarından bugüne, çoktan ayda iğne atsan insana değeceğini gördük. 
 2 haftada bir. Gerçekten mi?
 Milyonlar yaşamıyorlar. Kendine bir ağaç kovuğu seç ve orada yuvalan Tolstoy, sana aldırmıyorlar. Sen de onlara aldırmamalıydın. Bir kepaze gibi en iyi eserlerinin ardından kendine küstün. İtirafların seni sadece en azılı dişlerinden nefret eden, vahşi olmasından utanan bir vegan yaptı.
 Oysa tebrik edilebilirdin, bunca sadece ağlamayı ve sızlanmayı bilen kaybeden arasında gerçek bir sanatçı kabul edilebilirdin.
 Şimdi girdaplarından ölümü kokluyorum.
 Bunca ölümü dolaşıyordum, hafızamı kaybettim.
 2018
 Onlar, konuşularak gürültüsü bastırılması gerekilenler gibi gözüktüler. Evet, bu bir Rorschach testi.
 Koca bir arı gürültüsü gibi vız, dolaşıyor ve vız, gidiyorlardı. Geçtikleri yerlerde ağaçlar soluyor, beton yüceltiliyor; ağaçlar yüceltiliyor ve beton unutuluyordu. Her şey iki uçtan biriydi ve iki uç da kendini en akıllı sanıyordu. Bir gün onlar kraliçe arılarını istediler, o uğurda feda olmayı yaşamın yüce yolu atfettiler. O sıralarda bir yerlerde korsanın yatağında insan dışkısı bulundu.
 Ve Leonard bundan iki yıl önce ölmüştü.
 Seyahatim ölüler arasında ve yaşayanların enselerindeydi. Hayır, girdaplarda değildim. Yine de cebimde bir şey buldum. "Beni seç" diyordu.
 Onlar yine de iyimserdirler. Bir tanesiyle karşılaştığımda bana yaşayıp yaşamadığımı sordu ve demode olmakla suçladı. Şimdilerde son hatırladığım haline nazaran daha bir etli, daha bir kahkahalı gözüktü bana. Yaşamaktan vazgeçmeyerek kendini dünyaya bağlayan her maya gibi biraz olsun ceplerini doldurmasına şaşmadım. Gollum, Kingpin de olsa yine de eşektir.
 Bu yüzden ki ben de şüpheye düşmüş ve girdaplarımı aramaktaydım, fakat onlar yoktular. Sayıları ve iddalarındaki kesinlikleri aklımı karıştırmıştı. Patika bir uçuruma çıkmasın diye, yolu muhakkak birkaç girdaba bağladım.
 Ölümü kokladım ve hayal kırıklığı kendini unutturana kadar mumlar ve fısıltılar arasında dolaştım. Çevremde heykeller, karanlık ve bazı sayfalar da vardı. Onlar bana hak verdiler. "Konuşulmalı, bütün damarlarını doldurmalı ve üzerlerine konuşmalısın."
 Onların bir kralı istemeye güçlerinin olmadığını ve şimdilerde sadece işçi olmaya merakları olduğunu söyledim ve Serge izmaritlerinin arasından doğrularak bir sigara yaktı ve ona ta buraya kadar gelerek bir sigara ikram ettiğim için teşekkür etti. Ölümden sonra iyi gidiyormuş, genel kanının aksine. "Çok iyi" dedi "Ne kadar aptallık, o kadar iyi!"
 Kendi Jane'ime ve yakacak dolarlarıma ihtiyacım vardı. Unutmuşum. Elalamin girdabında bu kadar dolaşırsan ölüm üzerine siniyor.
 Kokusunu alıyorlar, siktir, her şeyi yeniden bileylemelisin.
 Görünen iki kralın tacı, evet, sen gelene kadar, kazıdığın magma eline yüzüne bulaşana kadar kalemin artık tanrıları da dürtüyordu.
 2022
 Kanatlarımız yok ve bal için iki fabrikam var, istersen tanımayabilirsin, o cebimden bağırırken yeterince beklettim, şimdi yıldırımla inen kıçındaki kuğuyla ilgilenmelisin.
 Burası bir kap, ancak hapishanemi kurmak için.
 Şüphesiz, derindeki çatlaklar da ışığın içeri girmesi için.
 2050
 Bu oyunun dinozoru olabilirim.

29 Nisan 2021 Perşembe

Duvar

  Aşık olunca güzelleşen bir kadının teni gibi, geceyle birlikte tüm kusurları yok oldu.

 Duvar geceyi özlemiş.

 Gecenin yakıştığı duvarlardandı. Ne demekse, gündüzleri pek iyi durmuyordu işte. Gece daha yakışıklıydı.

 Çok kusru vardı çünkü. Belki yanındaki üç arkadaşıyla güzel bir ev olabilirdi. Bir yuva. Fakat onlarla elele tutuştuğunda bu intihar demekti.

 Çok kusru vardı çünkü. Çatlakları boldu teninde. 

 Bir ara kendine gidip gelen yahudileri vardı, bir ara kendine gidip gelen kedileri.

 O sadece bir duvardı. Tesadüfi yani, sen seçtin mi kendini? Kaşını, gözünü, kalbini. O da o yüzden oydu, duvar. Çatlağı bol, kusru var.

 Üstelik diğerleriyle bir araya gelmesi estetik de değildi. Kendinin yüzeyi neredeyse kırmızı, çünkü bolca çizik, arkadaşlarının yüzeyleri... Bu farketmez aslında, neyse.

 Bolca mezar kazdı, yahudileri kovdu fakat kediler. Başka bir boyutta, başka bir evrende onlar fay hattıydı ve mama isterler.

 Zamanda 60 bin kez geri gidilse onlar yine varlar, 60 kez ileri gidilse onlar yine varlar.

 Mama isterler.

 Duvar zengindi. Elbette zengindi ama talihsizliği de oydu. O vermek isterdi, vermek için kolu yoktu. Vermek isterdi ama vermek için tası yoktu.

 Bir photoshop hamlesi gibi, istifini bozmadan, kıpırdamaksızın, ses çıkarmaksızın, öylece, kendini açtı. Çatlaklar kırdı bedeninde.

 O çatlaklardan oluk oluk süt döküldü ve kediler süt dolu karınlarıyla mayışıp duvarın ezgili sesi eşliğinde uyuyakaldılar.

 Başka bir boyutta, başka bir evrende onlar fay hattıydı ve mama isterler.

 Olayları bu, mama isterler.

 Bir kez içince hepsini isterler.

 Pek çok deneme sonunda zamanın 60 kez büyüttüğü kediler kendilerini besleyen eli tırmaladılar.

 Küstüler, gittiler, kaldılar.

 Katılındı, çoğalındı ve kalabalıklaştılar.

 Kiminin hıçkırıkları ve çığlıkları duvarın yüzeyine sinip, atomik düzeyde yankılanmaya devam ettiler. Geçenler duymadı lakin elini dokunduranın hissedeceği bu yankılar daima duvarın kulaklarındaydı.

 Duvar bedeni yarılan bir kabile genci gibi yaralarına temas eden oksijen ve yaralarına temas eden yankılar sayesinde uyku ihtiyacından kurtuldu.

 Lakin uyumadıkça zaman onu 60 kez cezalandırdı ve rengi kararmaya başladı.

 Normalde parlak beyaz olan duvarı diğer arkadaşları tanıyamadılar. O da zaten onlarla elele tutuşmak niyetinde değildi. İntihar olurdu, üstelik estetik bile değildi.

 Yüzeyindeki çatlaklardı elbet duvarı kırmızıyla taçlandıran fakat simsiyah kalbi açığa da çıkmıştı. Duvar: "Nihayet özgürlük." diye düşündü.

 Birkaç mezar daha kazdı, yahudileri kovdu, kedileri attı.

 "Biraz daha sütüm var." dedi. "Bu kafi, bana."

 Lakin her gece olduğunda duvar derin bir nefes çekti ve yine "Nihayet özgürlük." diye düşündü.

 Aşık olunca güzelleşen bir kadının teni gibi, geceyle birlikte tüm çatlakları yok oldu.

 Bir gülümseme oturuverdi özgürlükle.

 Duvar geceyi özlemiş.

 Derin bir nefes çekti, nihayet.

 "Biraz daha sütüm var. Bu kafi, bana."

 - Yalnız renklerini beğenen ve açığa çıkmaktan hoşlanan duvar, gece geldiğinde yine özgürlüğü tekrarlıyor. İkisi bir arada olmaz.

 + Niye?

 - Olmaz, okuyan sevmez bunu, bağ kuramaz.

 + O 60 zaman ve 6 varyant önceydi. Bu yeni yayınevi.

 - O zaman iyi. Yalnız sen biraz tükendin gibi.

 + Nasıl?

 - Materyal esrikleşmeye başladı.

 + Merak etme, biraz daha sütüm var.

 - Versene biraz.