13 Kasım 2016 Pazar

Sarhoş Kanatlar

 Toplantının birindeyken sallanarak biri geldi.

 İçimizden kağıtlar ve temsillerine dökülen cümlelerimizi okuyor, üzerine düşünüyorduk. O an bir tek mumumuz eksikti.

 Garabet, o sarhoş kendi üslubuyla bize katılmak istediğini belirttiğinde parladı az önce kalbini paylaşanların gözlerinde.

 Onun bizimle ne işi olduğunu, bizim bir amaçla burada olduğumuzu, belki hayatımızdaki tek 'hayal' olduğunu düşündüler.
 Hatta yanımızda, kanında bi'kaç şişe birayı muhafaza edenler de vardı, adamın gözlerindeki esrarı gördüğünü söyleyen.

 Adam, çevresindeki tüm kalp ağrısı ve mide bulantısına rağmen yanımızda durdu ve daha sonra edebiyatımızın akli yansıması birkaç paragrafın dile gelişiyle sarmalandı, sırtına sıcak battaniye örtüldü.
 Elbette yüz biyografisi yaşamındaki romanlarca derde işaret eden bu adamı birkaç cümle sıcaklık ısıtamazdı.
 Lakin burada, kaderin bizi onunla buluşturduğu odada sanki gölgeler kadar aydınlık da yankılanıyordu.

 Ve kim bilir, belki bir kelebek etki ediyordu.

 Ve ilk, yankı odası öğreniyordu.

 Lakin burada, kaderin bizi bizimle buluşturduğu noktada, her kelebek kendi kanadını çırparken, kimse kimsenin kanadına karışmazdı.

 Bir okyanusa etki edemeyecek olansa öteki kelebekleri çağırıyordu, böylece bir etki gerçekleştirebilirdi.
 Ancak hiçbir kelebek bir günlük ömründe öteki kelebeğin dileği için gücünden harcamazdı.
 Fakat bir arada olmadan da mutlu olamıyorlardı.
 Mutluluklarına engel, nereden çıktığını bilemedikleri gururlarıydı.

 Böylece aslında olmayan bir şey akıl edildi ve onun uğruna kanat çırpıldığında ne güçsüz kelebek kendini yetersiz ne de öteki kelebekler kendini kullanılmış hissetti.

 Gün sonunda beraberce öldüklerinde bunu kendilerinden yüce bir şey için yaptıklarına inanıyorlardı.
 Tekrar toprak olana değin ki süreçte fikirle gelen güçsüz kelebekle aralarında madalyalar, plaketler, onurlar ve tarih kitapları kadar fark olduğunu farketmediler bile.

 Dalga mı? O dindi ve okyanusta hiçbir iz bırakmadı.
 Tarih kitaplarının soyu ve değeri de kelebeklerin ömrüyle beraber kırıldı.

 O halde niye yapıldı?

 Aslında orada, sarhoşun ve yargıcın bulunduğu odada olan da bu yüzden bir mana taşımıyordu.
 Kimse kimseyi suçlayamazdı.

 Vicdan koca okyanusta bir büyük dalga olabilirdi, artık değildi.
 Vicdan; onu duyarak, okuyarak yahut görerek öğrenenler gittiğinde, artık yoktu.
 Her dalga gibi o da dinerdi.

 Zaten dinene kadarki süreç önemliydi ya, o sırada da korku öne geçerdi.
 Vicdan, korkunun bir asistanıydı.

 Oysa korku başlı başına bir aktördü.

 Televizyonda izlediği savaş haberlerine 'vicdan duyan' adamla kadın ne düşünüyordu?
 ''Ya başımıza gelirse'' mi?
 Bilim haklı olabilir miydi? Empati yalnızca savunma mekaniğinin -birkaç hücreden yapılı- bir çalışanı mıydı?

 (Kim olursa) O kimsenin yanı başında (ne olursa) olduğunda her şeyden önce kendi için korku duyması bundan mıydı?

 Ne yani, tüm ahlak ve erdemler yalnız bir kişi için miydi?

 Ben için?

 Teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder