3 Kasım 2016 Perşembe

Üstün Irk

 İlk peri ve ilk kıl yumağı yeryüzünde yürüdüğünden beri milyar yıllar geçti, atalarımızın korkuları bugünümüzün alayı haline geldi.

 Benliğinin bildiği ve bilmediği, anladığı ve kestiremediği yönlerinin hepsini kullanarak -aslında farkında olmadan kullanarak- hayatta kalmayı başaran ilk periyle kıl yumağından bugüne değişen şudur ki; periye peri demeyen, kıl yumağı olmayı reddeden yığınlara karşın 'hayatta kalmak' başarısının 'hayattan kurtulmak' a dönmesidir.

 Dinozorlar tahtı kaybetti, tüm diğer avcılar ve yabaniler görkemli zekanın karşısında çaresiz bırakıldı, sığınak olarak kullanılan ağaçlar ağaç gibi kullanılan evlere dönüştüler ve işte nihayet 'vahşi' doğa yenilmişti.
 Lakin bu masalın konusu gereğince, sahnelenecek oyunu oynayanlar değişse de roller aynı kalmalıydı. Senaryo hep aynıydı. Bir av ve bir avcı, bir yakan ve bir yanan, bir doğan ve bir de ölen ve benzeri karşılıklar -buna zıtlık da derler- olmak zorundaydı.
 Böylece doğada boşalan tüm duygu, rol ve kavram koltuklarına yeni egemen ırk olan İnsanın oturması gerekiyordu.

 Böylece periler ve kıl yumakları ordusu Dünya'ya yayılmış hallerine birkaç modern çözüm bularak medeniyeti kurdular.
 İçerisine açtıkları okullar, bakanlıklar ve hükümetler bir anda öyle düzenli, öyle sıkıcı oldu ki ne yapacaklarını bilemediler.
 Hayatı boyunca bir şey için çabalayan ve nihayet elde eden adamın düştüğü boşluğu bilir misin?

 Böylece kendi halihazırda ayrılmış olan içlerinde minik patlamalara giriştiler. Ne bir supernova ne bir karadelik kadar kuvvetli ya da gösterişli olabiliyorlardı ancak deniyorlardı. Savaş diyorlardı adına lakin 'hırs' diyen bilgeler de vardı. Zaten savaşmadan duramıyor, barışçıl kimseleri de bilge ilan ediyorlardı. 
 Sahiden bu ırkın çoğu bilgelerinin yanında çocuk gibi kalıyorlardı. 
 Doğrunun öğüdünü alan bir oğul, babasına nasıl anlar da kabullenemez, öyleydi.
 Neyin gerekli olduğunu bilen bir çocuk nasıl sırf öğüt olarak aldı diye, aksini yapardı, öyleydi.
 Ya da düzeni o kadar yetişkin bulurdu ki çocuk zekası onu anlamsız, gülünç ve komik çabalara iterdi.
 Sahiden bu ırkın çoğu dışarıdan bakıldığında skeçlerle dolu, bir şaklaban tiyatro hanesiydi.

 Ama hiç sorun değildi, zira egemen bir kuvvet olan 'az' kanunu burada da işliyordu.
 Nasıl milyonlarca yıldız, bir galaksi ediyorduysa; gezegenler topluluğuna bir yıldız düşüyorduysa; onlarca uydu yalnız bir gezegene aşık oluyorduysa; kıtalar arasından yalnız biri en kuvvetlisi; topluluklar içinde biri iktidar ve nihayet her kalabalığa ancak bir lider gerekiyorduysa, eh, beni dinleyen öyküdaşlarım, işte bu ırka da yalnızca birkaç beyin yani bilge yetiyordu.
 Kalan çoğunluk yine şizofren vücudun kalan akılsız uzuvları gibi bir başına çalışmaya devam edebilirdi.

 Zamanla medeniyet ilerledi ve nihayet perilerin güzelliği, insanın ömründen çalan ancak bir kısım kişiye ömürleri tükenene dekki süreçte kâr sağlayan maddeleri kitlelere satmak için kullanılmaya başlandı.
 Buna reklamcılık denildi.
 Kâra da para.
 Daha sonra güzel olan ve ele geçen her şey, kâr yolunda kullanılabilir oldu.
 Zamanla medeniyet ilerledi ve nihayet kıl yumaklarına, kılın iyi bir şey olmadığı öğütlendi.
Kendine ve çevresine estetik çerçevede saygı göstermek isteyen kıl yumakları, yüzlerini ve vücutlarını traş etmelilerdi. 
 Böylece çekidüzen ihtiyacını kıllara odaklayan insanoğlu, kalan her alanda bir hayvan gibi davranan jilet gibi erkekleri elde etti.

 Fakat, fakat, fakat...
 Yetmezdi.
 Zira medeniyet can sıkıntısını yenmeyi gerektirirdi.
 Ve en heyecanlı şeyler hayvansı yanımızdan geliyordu.
 Bu yüzden çekidüzen ve medeniyet gibi 'insansı' arayışları icat ettiği estetik fikriyle aradan çıkartan insanoğlu daha heyecanlı bir yaşamdan bir adım uzaktaydı.
 O da hemen çözüldü çünkü artık zekasını doğadaki hırçınlıklarla savaşmak için kullanmasına gerek kalmayan İnsan, kendi hayvanlığı körükleyecek pornografiler ve şiddetler icat etti.
 Gelişen teknolojisiyle bunu birleştirdiğinde çoktan hazırdı düzeneği.

 'Az' bir kısım, komfor, zevk ve sonsuz kâr edinecek.
 Çoğunluk, kanalize edilmiş maneviyatı sayesinde, az kısma kazandırmak uğruna savaşacak, belki ölecek.
 İkisinden de olmayan bilgelerse çoktan kurulmuş düzeneği ancak gözlemleyebilecekleri ve dokunamayacaklarından ötürü, doğada boşalan melankoli yatağına uzanacaklardır.

 Böylece kimse işsiz kalmamıştır.
 Güzel ruhlara acılar, güzel bedenlere komfor ve zevk atanmıştır.

 Yine de unutmayalım bu ırk, neyin gerçek olduğunu ve neyin kendine iyi geldiğini çok iyi bilmektedir. Asla aptal değildir onlar.
 İçindeki kaosu keşfedip, bu kaosu bir düzene aktarabilen yegane canlıdır insan.
 Tıpkı evren gibi.

 İşte bu yüzden o ırkın üyelerinden kimi bu gerçeği yanına alıp zaferden zafere koşarken, kimi de hayallerine yapışıp kıpkırmızı kesilmişlerdi.
 Kırmızı, insanın ruhunun bir temsiliydi ve gerçekti.
 Ancak kırmızı asla o hayallerin temsili değildi.

 Onların kırmızısı insanın gerçeğine aykırıydı.
 Nitekim gerçek kırmızı da insanın ruhuna aykırıydı.
 Yine de dünya, mor iplerle dizginli kırmızıdan yapılmıştı.

 Yani;
 Düzen halinde kaos.

 Bu çelişkiden ancak bir eğitim sistemi çıkabilirdi.
 Zaten bilgeler de buna imtihan demekten geri kalmamışlardı.

 Bir tek bunun aslına asla ulaşamayacaklardı, işte sahnede dönüp duran oyunun heyecan verici kısmı buradaydı.
 Tahminler yokuşa, bir rolü ya da şeyi sevmek hoşa ama boşaydı. George R.R Martin'den daha acımasız bir ters köşe arzusuna sahipti zira bu oyunun yazarı.

 Her şey bir yana, şapkalar aşağıya.

 Her şeye rağmen kendini izlettirmeyi biliyordu zira.

 Nokta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder