1 Mayıs 2016 Pazar

Afil

 Gecenin içinde insan ayağı sesleri. Deniz üstü ay ışığı ve yemeküstü yürüyüşü, sigarasına nazaran.
Bu yemek alzheimerlılarındır.
Ayak konuşur:

+"Biraz süzeyim seni, kara gecenin gece lambalarından çalıp sattığın ışığınla bembeyaz, nurtopu gibi seni. Büyük, iri, kraterli gövdeni.
Ve hatırlayayım çocukluk düşlerimi, yüzüme ışık verdiğin, o ışık ki sonraki gün bile yüzümü görünür, sesimi duyulur kılacak, "sonra" epey uzun, epey kısa zamanı tanımlar.
Ama her karanlık, uzayınki bile olduğuna göre, aydınlığın tatiliymiş, sonunda çıktı senin de yüzün ortaya.
Söylesene koca kafa, nasıl, sen bile; öyle büyük, öyle ihtişamlı ve gökkubbenin içinde, oldukça kalıplı ve etkileyici. Nasıl bir büyük sahtekar çıkarsın?
 Gövden hataların kadar eden yaralarınla dolu, nasıl, sen bile, saklarsın bile bile, yıldızlardan arak ışığınla bunu?
Söylesene, sen, daha ufakların aydınlığı ve sesi, nasıl yalnızca 'birazını almaya ve yalnız satmaya' yararmışsın?
Sen bile, söylesene, ne diye kendini hayatı savuşturmanın ince, dengesiz ipinde savurursun?
Söylesene, en gökten bakıp, en karanlıkta en derine lamba olan, ne kalır şimdi?
Sen bile, bir savuşturma, kaçış ve yanılsamasın.
Baksana, en yukarıdan en aşağıyı görebilen, var mı bu yeryüzünde o iri adamlar ve kadınlardan eser?
Kaldı mı, öykülerimizi süsleyen, şiirlerimizi yaratanlardan bir parça?
O karakterler duruyor mu? Yalnızca, alıp, satmaya mı yarıyorlar?

 Her kim, artık, o gerçek şeyleri başkasına şov etmek, bir başka canlının üzerine çıkmak, yaşamının temel ögelerini dramatize ederek abartmak dışında kullanıyor?
Her kim, artık, kullanmak yerine, onlarla yaşıyor?
Her kim, artık, gerçek?

Söylesene koca kafa, gözlerin de iridir:
Gerçek, artık, unutkan kafatasımızın içerisinde algıladığımız kadar mıdır?
İki kere ikiyi beş öğrenseydik, beş olacak olan mıdır?

 Söyle, senin rehber, yol gösterici ve hakiki ışığın bir kendini kurtarma, birini daha kazanma, yukarı hissetme çabası mıydı sahiden?
 Bilgi bazen bazının hayal kırıklığıdır.
Işığını senin ve bütünüyle sen sanmakla yanılmışsak, bu bize kendimiz hakkında ne söyler?
Bak onların yüzlerine: Mimiksizler.
Bak onların sözlerine: Azizler.
Bak onların ettiklerine: Hiçler.

 Görkemli lafların ve afilli sözlerin efendileri, tütünleriyle kendilerini zehirliyor, elleriyle apışlarını tatmin ediyor ve daima "amma zevkli" diyorlar. Sen, koca beyaz kraterli kafa, gerçek bile olsaydın, ışığın onları vurmazdı. "Burada alıyorum ben tadımı, kimse kimseye karışamaz!"
 Görkemli tavırların ve afilli duyguların temsilcileri biraz sonra da "Sen şunu yapma, bunu olma" diyorlar.

 Tanrım, ne çok çelişki ve ne çok delilik!
 Tanrım, bunu dile getirenin sıfatı ne çok delilik!
 Tanrım, bunu dile getirmenin bedeli ne çok delilik!

 Yetmiyor gibi, ayın altında ve yastığın üzerinde, düzinelerce ses.
Mutlu, mutsuz, memnun, değiştirmeci, yenici, eskici, ilkel, medeni, dindar, nihilist ve her rolden haklı birkaç taraf.
Doğa nereye, doğa niye?
 Tanrım, gençlik ne ulu bir geçiş!

 Burada küçük insan yemeğini yiyor ve resmi evrakların kuşattığı, özünde ağaç şimdi bir masa olan o çamın üzerinden, daima alçak sesiyle, duyulmak istemeyerek ve kaçarak fısıldıyor: "Gençliğin bir getirisi, zamanla sönecek"
 Burada ortada kalan insan yemeğini yarılamış ve afilli lafların kuşattığı, özünde ağaç şimdi bir kağıt olan o sayfanın içinden, daima kafanda kurduğun sesiyle, çok duyulmamış olarak ve çokbilmiş fısıldıyor: "İnsan gençken dünyayı değiştirebileceğini sanır, orta yaşında yalnız kendini değiştirebileceğini anlar, yaşlanınca da hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini farkeder."

 Burada gerçek insan yalnız gördüklerimiz kadarıyla var oluyor, o yemeğini bitirmiş ve vedasını etmiştir. O artık konuşmaz. O, konuşmayı da tutmaz. O, yaptıklarıyla vardır.
Onun kurdukları, ettikleri, bizi ve çevremizi oluşturmuştur.
Onun yaptıkları bize haykırıyor:
"Aldırma, kaybetme, yarat"

 Dostlarım, ne yazık ki sizler, dinlediğiniz ağızlara göre kulak değilsiniz.
Ne yazık ki sizler, masamda beklediğim gücü her şeye yeten arslanlar ve en çirkin kötülüğe, en büyük yenilgiye yıldırım gibi gülenler değilsiniz.
Ne yazık ki sizler, bir laf ettiğinizde, onu geldiğiniz topraktan, gördüğünüz güneşten değil, biriktirdiğiniz direktiflerle edenlersiniz.
Ne yazık ki sizler, yıllardır okuyor, hiçbir şey bilmiyorsunuz.
Ne yazık ki sizler, büyük ve ulu denenlerin yalnızca ulu ve büyük olduğunu öğrenenlersiniz.
Ne yazık ki sizler, bugün, unutmuş hatta hiç öğrenmemiş, kendine ve çevresine inancı sıfırlanmış, yitiklersiniz.
Ne yazık ki sizler, tutunamayanlarsınız.
Ne yazık ki sizin tutamadıklarınızdan tutunacak olan sırtlanlar mevcuttur.

Ne yazık ki, bunların hiçbirinin yazıklanacak bir tarafı yoktur.
Ne yazık ne de iyidir, bunlar bir satrancın sonucudur.
Her şey, olduğu gibidir.

 Bize bakanın hissetmesi en doğal olan şey; ancak zayıf ve acınası hale düşmüş ve bunu özgür iradesiyle kabullenmiş birine baktığımızda hissedeceğimiz şeydir.
Unutulmaz sonsuzlukta bir acıma ve sonra yüz çeviri.

 Kimse zamanın şu denizin dalgalarından yakamozu söküp sökmeyeceğini bilemez. Yakamoz reddedilmez durmasına rağmen.
Kimse o koca sahtekar ayın gidip gitmeyeceğini; kimse bir güneşin doğup doğmayacağını bilemez.
Yıldızlar hep vardı. Ve uzayın boşluğunu temsilen o karanlık da hep daha fazla.
Gece hep aynıydı ve onu bulan insan kafası da.
Tarih hep aynıydı.
Ve ona zamanla farklı farklı bakan insan kafası da.

 İlk değiliz,

 ama,

 son muyuz acaba?"

 Ayakkabılar bir süredir kayaların üzerinde, yakamozca yalanmaktaydılar.
 Bir uyuşuk mutluluk ve hüzünlü aydınlanmayla, doğru bir şey yapmanın hazzının sentezi o his yayılır damarlara.
Hücrelerin bununla dolup gözlerden taşmasıyla, gülümsemeye yaklaşmakta bir ağız dansa kalkar.

 Ve zihnin hiçbir yerinde aradığınızda bulamayacağınız o seslerden herhangi birine benzer bir tanesi, şairlerin ilham, filozofların mantık, dramatiklerin doğanın fısıltısı, peygamberlerin vahiy dediği ama belki de yalnızca hayatta kalma mekanizmamızın bir başka bahanesi o ses, o gerçek bir ürperme kılığında sırtına sokularak konuşmacıyı bir büyük geceye ve arafa boğar:

Hepsi bir ya sonunda?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder