31 Mayıs 2016 Salı

Ümit

 Bazı özel anlarda yeryüzü bir kadının vücudu olduğunda, bulutlar onun bacaklarındadır.
.
.
.
.

"Bu bana ilk gelişin" dedi,
"Bana geldiğine göre, bu sefer kuş büyük olmalı."

"Kuş mu?"

"Evet, depresyonlar ummadık anlarda üzerimize dışkılayan kuşlara pek benzer. Ne zaman geleceği bilinemez, geldi mi de temizlemek zahmeti ister. Hiç yoktan didinir durursun ve kötü görünürsün."

"Sen de peçetem mi oluyorsun?"

 İçeri doğru yürüdü.

"Çabuk kapıyorsun, elbette, para böyle anlar için vardır!"

 Onu oturmaya çağırdıktan sonra, görülmeyen bir yöne el işareti verdi.
Az sonra hizmetçi gelecekti.

 Epey yüksekteki katın, epey yüksekteki tavanından tabanına değin kapalı bir balkonu anımsatan duvarına karşı oturdular.

 Ne ki bu camdan tüm şehir görünüyor, hiç kimse duyulmuyordu.

 İzlemeyi kolaylaştırmak için camın en dibine konmuş bu rahat tüylü kanepe, çimlerde geriniyor hissi veriyordu.
 Duvarı boydan boya kaplayan bu camdan görüntü, dev bir ekranı ve dramatik televizyon kanallarını çağrıştırmaya başlamıştı.

 Orada şehrin tüm detayları; bir süreliğine dünyadan uçmuş sevgililer, birazcık malını satmaya çalışan pazarcılar, kahvelerde otlakçılar, öğrencilerden soyguncular, duygutanımazlar, fikirtanımazlar ve gamsızlar.

 Hepsi bir festivalin ayrı günlerini dolduruyor da göze batmıyor gibi, keyifli geliyordu buradan.
Her şey görünüyor, hiçbir şey duyulmuyordu.

 Zenginin penceresi böyle herhalde, diye düşündü.

 Alışmaya çalıştığı ses ona şöyle seslendi:
"Haydi kendimize iyilik edelim de, kendimizi gündelik usullerle yormayalım. Direkt saldıracağım kuşuna sen de buyur gel koltuğuma!"

"Hay hay!"
.
.
.
.
                                                                         
                                                                   
 "Bak oğlum, lağımda her şey pistir. Oradan yalnız bok kokusu, biraz sıçan ve paçalarına sidik alabilirsin. Bunlar kadınlarla konuşmayı bilmezliğin, kaba erkekliğin ve fanatizmin cirit attığı yerlerin sembolleridir.

 Bak oğlum, sokaklarda her şey gergindir. Oradan biraz şanslıysan ucuza keyif ve kadın, orta halliysen ay sonu gerginliği ve pazartesi halsizliği, bahtsızsan da sokakları huzurlu kılma arzusu ve devrim tınıları alırsın.

 Bak oğlum, buradaysa her şey sakin bir uyum içindedir. Her şeyi olduğu gibi ve zavallı haliyle görürsün. Burada her şey, senin keyfine hizmet eder. Sen, başkalarının keyfine değil yahut başkalarının sunduğu keyfi ödemezsin."

"Fakat, öyleyse şayet, hangisi haklıdır?"

"Hepsi!"

"Nasıl?!"

"Her şey dolanıyor ve varoluyor ancak hiçbiri ötekinin üzerinde dolanmıyor!"

"Korkunç bu dediğin ve koca bir tarihi yadsımak!"

"Yalnızca göz derler buna."
Hizmetçi, sigara ile efendisinin en sevdiği latte-sıcak çikolata karışımından kahveleri getirir.
"Hem, gördüklerinden rahatsız oluyorsan, belki gözün bozuktur ha?"

"Lağımdaki iddaasında, sokaktaki durmak bilmez ve yalnız yıpratıcı ve asla yapmayan savaşında, zengin kamarasındaki de sonsuz zevki ve sonsuz objektifliğinde haklıdır ve insan dediğimiz varlığın aradığı o soru için cevap yok mudur? Yani içimizdeki kaynaksız ve dinmez özlem, hepimize yarayacak bir yaşam çözümü sunmaya yaramayacak mı? Nereye doğru büyüyoruz?"

 "Tüm çam ağaçlarını tanımak için yalnız birini incelemek kafidir.
Lakin insan, ah. Hepsi ortak bir temelde kurulu ve aynı mekanizmayla çalışır. Hepsinin trajedileri ve gülmeleri vardır.
 Ne ki, hiçbiri aynı değil, yalnız benzerdir.
 Hepsinin arzularına bulduğu çözümler çeşit çeşittir. İnsan, rengarenktir ve bir tanesi bile içinde sonsuz renk taşır. Karaktere inanmam ben!"

"Sus artık, tüm depresyonumu yalancı ve boşa çıkarıyorsun! Mutlu ve rahat kılıyorsun beni."

 Açık kalan ağzını ikram sigarayla tatlandırırken, yahut acı baharatı ağzına tıkarken, gözleri de açık kalmış şaşkın bir bilinçle şehre bakıyordu. Sanki bu sefer baktığında, daha fazla detay ve incelemeye değer pek çok şey görmüştü.

"Eğer ormanın yalnızca kökünden bakıyorsan, nasıl güneşi ve yeşili görebilirsin? Orada kara toprak ve ağaçların gölgeleri vardır.
Söyleyeyim oğlum, insanlık ormanı sık ve narin değil, nadir ve kocadır.
Orada çok ağaç yoktur ancak bir gür orman görünecek kadar büyük çınarlar vardır.
Ağaç olan birliği ve nefes üfürmeyi tadar. Oysa köklerdekiler yalnız o nefesi alır ve zehir olarak geri öderler, o da onların görevidir. Hangisi sana nefis geliyor?
Bir de dağın zirvesi vardır. İşte orada tüm yeşiller, mavi gökyüzü ve sarıbeyaz güneş göz kırpar.
Her şey olduğu gibi ve en yalın haliyle görünür."

"Kökler, lağımı ve sokağı imgeliyorsa, yeşil de kahramanlarımızı; dağın zirvesi de burayı, zengin kamarasını mı anlatıyor?"

"Hayır, güzelim. O bize tarihi anlatıyor. Hiçbirimizin hiçbirimizin gözlem ve akıl yürütme yeteneğinden kuşku duyma hakkı yok. Zira hepimiz az ya da çok bunları becerebilir ve buna göre insanlık orkestrasında yerimizi alırız. Her fikir ayrı bir enstrüman eder ve nihayetinde o acı-tatlı harmoniye katkısını yapar.
Ancak bildiğin gibi, tüm bunlar için nota bilmek gereklidir.
İşte o nota, tarihtir.
İnsanlığın orkestrasında yer edinmek isteyen, önce kendi zirvesine tırmanmalıdır. Orada bakmayı bilen, pek çok öğüt bulur.
Dindar mısındır?"

Soru onu şaşırtmıştı, hoş arkadaşı ne dese şaşıyordu birkaç... Dakika mı demeli saat mi? Ancak bir ortak buluşmada iki cümlelik sohbet ettiği bir adamdı bu, lakin vardır böyleleri, seni senden önce tanırlar ve sanki ezelden beri tanıyordur ruhlarınız birbirini!
Hiç çekinmemişti gelirken ve girerken içeri.
 Belki de büyüsü, onu pek az tanımasından geliyordu yahut tanımamasından.

 Cama, şehre, sigaraya, sıcak çikolatalı sütlü kahveye (bu ona gevrek mısır yediği çocukluk günlerini anımsatmıştı) ve arkadaşının ezgili sesinden kurulu orkestraya, bütünüyle notalı o sahneye döndü.

"İçimi rahat ettirdiği zamanlar."

"Öyleyse sana en büyük günahı söyleyeyim."

İşte, nefesini tutmuştu.
Sahi aşkla yanan kadınlar, aşkının bir öpüşüne bulutları sel, yeryüzünü deprem edebilirler. Ya da öyle muazzam bir şey.
İşte bu adam da onun üzerine gerçekleri bir sel ve zevkleri deprem olarak getiriyordu.

 Sözleri bir el gibi belinden boynuna bir ürperiş olup okşuyor ve aklının sıcak noktalarına serin bir yastık, yüreğine kuş tüyünden rüzgar oluyordu. Boşversindi dünyayı, herkes her şeyde haklıydı! Ah ne rahatlatıcıydı bunu demek.

.
.
.
.


Oğlan ayrılırken ardında yeniden geleceğinin sözünü bırakmıştı.

 Şimdi dünyayı arşınlarken yepyeni arzularla dolduğunu hissediyordu.
Yaşamı bir büyük merceğin altına almış, onun her zerresinde merak tohumları ve bilme arzusu bulmuştu.
 Kavga eden insanlar, rahat eden insanlar ve her çeşit türden yaşam. Hepsi düşünüyor, hepsi hissediyor, hepsi tepki veriyor ve hepsi bir şeyler biliyordu. Amma ürkünç ve bir o kadar heyecanlı bir meraktı bu şimdi keşfettiği. Herkesin her şeye dair fikri ve hisleri olması. Herkes en az kendisi kadar geçerli hislere ve fikirlere sahipti!
 Bu adrenalin miydi yoksa?
 Yaşam şimdi bir riskli kumar, heyecanlı ve ücretsiz bir tiyatro gibi geliyordu.

 Sokaklar aştı ve hiç yorulmadı, gördükleri, duydukları önce kalbine giriyor, adrenalin olup vücuduna yayılıyordu. Böylesine yaşamak ve öğrenmek arzusuyla dolmamıştı.
 Önünden ve arkasından geçen insanların yaşantılarını merak ediyor, apartmanların her bir dairesinde birer gece geçirmek, herkesle çay içmek, yemek yemek istiyordu.

 O böyle yorulmaz ve dinmez merakla, kendine en gerçek tutkuyu edindiğini tekrarlarken, ümit, ateşten bir mercek olarak gözlerinde vuku bulmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder